12 Aralık 2017 Salı

SENİ GÖRDÜĞÜME SEVİNDİM

Böyle ne çok var.

Uzun bir zaman sonra bir araya geliyoruz.

E nasılsın diye başlıyor. Kısa geçiyorum. Bıraktığım boşluğu heyecanla doldurmaya koyuluyor. Oradan buradan, soluksuz. Yapıp ettikleri, tasaları, yakınları, onların tasaları, sağlık sorunları, başka sorunlar, planlar programlar, yapılıp edilecekler, düşünceler, görüşler, anılar. Ayrıntılar ayrıntılar (üst kattan silkelenen halıdan saçılan döküntüler). Aşırı elektrik yüküne maruz kalmış eski bir santral gibi oradan oraya atlayan çağrışım kıvılcımlarıyla saydıkça sayıyor, döktükçe döküyor.

Soğuyan çayını, kahvesini, yemeğini bir süre kapanmak durumunda kalacak ağzına götürürken oluşacak kısa boşluğu doldurmam için soruyor:

Ee, daha daha nasılsın?

Daha da kısa kesiyorum. Bir iç dökücü değilim. Bir araya gelişler, karşılaşmalarda bana yakıt olan, heyecan veren birlikte, karşılıklı bakmak, kulak kesilmek. Birbirimize, taze bir ayrıntıya, hayata. İki yanlı bir akış –o da mutat içeriklerin biraz kenara çekilip ortaya bir boşluk, alan açılmasını istiyor haliyle.

Fincanını, bardağını, çatalını, kaşığını bırakıp bazen kısa cevabımın bile sonuna gelmemi beklemeden kaldığı yerden devam ediyor.

Karşısında, ödem yapan bir organa takılan dren gibiyim.

Ayrılırken seni gördüğüme çok sevindim, diyor, kısa zamanda yeniden görüşelim.
Beni gördüğüne mi? Gördün mü? Ne gördün?

Bense kalabalık bir caddeyi bir iki saat boyunca kıyısından tabure üzerinde seyretmiş gibi oluyorum. Ambulanslar, egzoz dumanları, slalom yapan pizzacı mobiletleri, sirenler, kornalar, slalom yapan yayalar, itfaiye..

Veya bir çıkmaz sokakta sıkıştırılıp alabildiğine taciz edilmiş gibi.

Sersemlemiş, uyuşmuş, uzaklaşmış, ben de bütün bu kalabalığında seni görmeyi pek beceremiyorum. Onun için görüştüğümüze ne kadar sevindiğimi kestiremeden ayrılıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder