28 Ekim 2016 Cuma

SABAH EZANI

Yeni müezzin. Eğitimli bir tenor. Heceleri engin bir hayal aleminin inişli çıkışlı coğrafyasında kıvrımlara kıvrak bir el yazısı misali ama sesten kıvrımlar ekleyip gerçek dünyanın ağarmanın eşiğindeki yıldızlı göğü ile koydan gelen dalga sesleri arasında ince-çok uzun bayraklar gibi dalgalanarak uzayıp giden cümlelere dönüştüren ne hacimli bir çift ciğer.

26 Ekim 2016 Çarşamba

BIÇAK SIRTINDA SHAKESPEARE

Bir düğünün devamı olarak sahnelenecek Shakespeare oyununda başroldeyim. Provadayız. Çok dar, uzun sahneye çıkıp açılış repliği için elimdeki metne bakıyorum (kuşe kağıda ne kadar kaliteli bir baskı!). Unutacak olursan, diyor rejisör, “kardeşin” burada. Sağımda solumda birilerini aranıyorum. Bilgisizliğime gülerek “Biz ona böyle deriz” deyip önümdeki metal direkte göz hizasına yerleştirilmiş tablet bilgisayar büyüklüğündeki ekranı işaret ediyor. “Bütün söyleyeceklerin buradan akacak.” Aklım pek yatmıyor ama peki madem.

Kaçta başlayacağız? 8 ya da 9’da. “Seyirciler” kilise sıralarını andıran uzun tahta banklarda, sahne ve sahnede olacaklarla hiç ilgilenmeden kendi alemlerine dalmış, gülüşüp konuşmakta. Oyunla ilgili kişilerse bir dağılıyor bir toplanıyor sanki ama hepsi benden çok uzak.

Söyleyeceğimin kendini gerçekleştiren bir kehanet olmasından korkarak ama yine de dayanamayıp sütkardeşime “Her şeyi berbat edebilirim” diyorum, “Rolüme hiç çalışmadım.” Aldırmıyor. Hayranlıkla “Şu baskının kalitesine bak!” diyor. Gösterdiği, piyes metninin arasına serpiştirilmiş yüksek çözünürlüklü fotograflardan birine bakıyorum. Kaşık niyetine kullanılan koyu yeşil bir oyun küreğinin kenarındaki parıltılı, kristalimsi yiyecek artıklarına makro çekim.

Bilincim bir bıçak sırtında. Sıradan çalışırsa prova eksiği, metni sonuna kadar okumamış olmak beni ve başrolde olduğum oyunu uçurumdan aşağı yuvarlayabilir. Ama elimdekini alır, doğaçlayarak ilerleyebilirsem kanatlandırır, uçururum!


Korku sıradan işleyişe bağlı ve beni tutuyor. Onu ve bırakırsam olabilecekleri aynı an ve kuvvette hissettiğim bir bıçak sırtı bu.

24 Ekim 2016 Pazartesi

KİM BİLİR HANGİ CANLILAR

Manik yaz sıcağının ardından tatlı bir hüzünle kıvamına dönen güz havası. Sabahın erken saati. Bir meşenin koyu gölgesinde oturdum. Tepelerin renklerini diriltip tazeleyen ışığı içime çeke çeke kaptırmış çalarken yukarı dönemeci kır bıyıklı bir adam döndü.

Hizama geldiğinde sizi geçen yıl da görmüştüm, dedi, ne güzel bir şey yapıyorsunuz!

Seviyorum, dedim, böyle doğada..

“Evet. Kim bilir hangi canlılar dinliyor sizi.” Ekledi, “Siz de o bilinçle çalıyorsunuz.”


Derviş selamı verdim. Derviş selamıyla karşılık verdi, yoluna devam etti.

14 Ekim 2016 Cuma

ZAHMETSİZ USTALIK

“Bu evrenin durmadan içinize söylediklerini işiten bir kulaktan ibaret olmalısınız.”
Dov Baer

Kitaba elim, mıknatısa çekilen topluiğne tereddütsüzlüğüyle gitti. Kenny Werner gibi bir müzisyenin söylediklerine kulak kesilmeye değer.

Zahmetsiz Ustalık müzikle uğraşanlara yazılmış olsa da yalnızca onlar için değil. Başka sanatlar kadar sıradan işleriyle de yaşamın herhangi bir yönüne aktarılabilir bir yaklaşım.

Kitap, çocukluğu ve gençliğinde dikkat eksikliğinden hayli çektiği anlaşılan Werner’in bu illetin bir neden değil sonuç olduğunu keşfinin de hikayesi.

En derin anlamıyla öğrenmekten neden uzaklaşıyoruz? Yaptığımıza can, ruh katacak bu süreç neden tatsızlaşıyor, geçiştirilen ya da üstünkörü yapılan bir şeye dönüşüyor?

Dikkatimiz, dikkatimizle birlikte enerjimiz nerelere saçılıp çarçur oluyor? O kadarla kalsa belki yine iyi; nasıl bir sahte benlik yaratıyor, özümüze yabancılaşıyoruz?

Neden an’da kalamıyoruz?

Peki korkular, beklentiler ve bölünmüş, kendinden uzaklaşmış benlikten yükselen daimi içsel gürültü kesilse nasıl olurdu?

Yaratıcılığı, doğallığı, akışı engelleyen zihinsel gürültü nasıl aşılabilir? Çalarken, doğaçlarken, eylerken zahmetsiz ustalığa nasıl erişilebilir?

Esaslı sorular ve yanıtları.

Kenny Werner bir müzisyen ustalığıyla ve zahmetsizce gündelik ile aşkın (transandantal) arasında gidip geliyor. Yüzeysel benlik ile öz arasında mistik, Budist geleneklerden beslenmiş, müzik pratiği üzerinden kişisel deneyimle hayata geçirilmiş bir yol ve köprü sunuyor.


Onu izleyerek durup sessizleşip an’a döndüğümüz, işimizi oradan gördüğümüzde kendimiz, elimizdeki ve hayatın özüyle zahmetsizce kurulan ilişkinin hakikiliğini hissetmek ne kadar canlandırıcı!