30 Haziran 2015 Salı

ÇİN İŞİ JAPON İŞİ

Portland, eyaletin gür ormanlarını içeri akıtan bir parklar kenti. Dünyanın en ufağından başlayarak küçüklü, çok büyüklü bahçelerle pençe pençe yeşil. İçlerinden geçtiğim, arşınlayıp oturduğum, yanlarından yürürken gözlerimi yıkadığım sayısız park arasında tadı damağımda kalan ikisi Washington Parkındaki Japon bahçesiyle şehir içindeki Çin bahçesi oldu.



Japon bahçesi adımımı atmamla içine aldı. Zen nedir, bilmeye gerek var mı? Tıpkı okuma yazması olmayana mesajını figüratif, geometrik bezemelerle ileten İslam tezyinatı gibi, ruhunu seçilen bitkiler ve toprak, taş-kaya, kum-çakıl ve suyla ördüğü düzenlemelerle doğrudan iletiyor. Hayatında (en azından niyetli olarak) meditasyon yapmamış olanı meditasyonun içine sokuyor. Öz’ün, yalınlığın enginliğine bırakıyor. Loş, koyu-koyu yeşil; üç elemente balıkların kızılıyla kıpırdayan suyla dördüncüyü katıyor. Işığın benekler halinde düşüp yapraklarla birlikte kımıldadığı kuytuluklardan, havuzların üzerindeki ahşap köprülerden geçip zemini sedef rengi kum kaplı açıklığa geldim. Doğal halinde yerleştirilmiş kayaların etrafında kum, kayalar az önce düşmüş de dingin suyu iç içe halkalar halinde dalgalandırmış gibi biçimlendirilerek taranmış. Kayaların yerleştirilmesinde simetri yok. Başka bir düzen var. Temel bir ahengi işaret eden bir düzen. Doğanın, karmaşayı geride bıraktığında insanın da katılacağı düzeni. Suyu, akışı temsil eden kumlardaki eşmerkezli halkaların göbeğini içimde bildim. Hareketin ortasındaki dengeyi. Saat zamanından azat oluşu.

*


Başka bir gün daldığım Çin bahçesi, denk bir incelmişliğin farklı ifadesiydi. Şehrin ortasında, daha küçük ve nispeten ayakaltı. Ama insanı alıp başka aleme taşıma gücü bir. Japon minimalizminin yerini Çin masalsılığı alıyor. (Ay kapanı –dolunayın yansımalardan seyredileceği havuz ortasındaki kameriye, Kozmik yansımalar kulesi, Pus kaldıran yağmurdaki boyalı tekne –adlı başka bir kameriye..) Zen düşüncesinin yerini de Tao. Ama bitkileri sembolik bir dilin parçası olarak kullanma ve duyuların beşine birden seslenme anlayışında, insanı getirip bıraktıkları derinlikte aynı yoldalar.


PEARL DISTRICT

Kuzeybatı dilimi bu adla biliniyor. Bohem-kalburüstü bu semt, Portland’ın şapkadan çıkardığı tavşanlardan. Kısmen terk edilmiş bir sanayi bölgesinde (Dilovası, İzmit Körfezi göz önüne getirilebilir). Sonra, bakmışlar kar kaplı doruklarıyla iki volkanın (St. Helens ile Rainier) olanca haşmetleriyle uzaktan gözcülük ettiği bu güzelim vadiye haksızlık etmekteler, başlamışlar filmi önce geri, derken ileri sarmaya. Depolar, silolar elden geçirilip stüdyo, işyeri, sanat atölyelerine, konutlara dönüştürülmüş. Aralarda çürük diş gibi kalanlarla bakışı hiç irkiltmeyen kendine özgü bütün bir hava yaratılmış. Çirkini içe alıp güzelleştiren yeni bir bağlam. Kafeler, lokantalar, parklar, egzotik mekanlar, uçuk fiyatlarıyla şık konutlar, terk edilmiş izbe binalarla iç içe. Pearl/İnci adı da bir yoruma göre buradan gelmiş. İstiridyenin kara kabuğu içindeki güzellik.


KÖPRÜDE

Güneşli-rüzgarlı diri havanın, insanlar ve renklerinin döne döne tadını çıkarmış eve gidiyordum. Çelik köprünün kemerleri ötesinde karşı kıyıdaki siloya vuran gölgeler dikkatimi çekti. Yaklaşmak için köprüye çıkmıştım ki trenin düdüğü yükseldi. (“Düdük,” çıkan sesle hiç ilgisiz kalıyor.) Kesintisiz, yüksek, tonlar çeken bir ses. Tren köprüye girdiğinde yaya geçidinin ortalarındaydım, dikkatim hala silodaki gölgelerde. Birden her şeyin ağırlığı değişti. Zamanın. Çekimin. Hayatın. Muazzam bir yük çeliğe bindi. Köprünün olanca gerilimini tabanlarımda duydum. Bildiğim hiçbir şeye benzemeyen titreşimini. (“Titreşim” de “düdük” gibi; fazla ince, cılız.) Union Pacific ağır, çok ağır geçerken köprünün o yanı karardı, makine yağı, ılınmış kirli metal kokuları tozuyan raylardan yükseldi. 




Ve sesler! Tanrım, o sesler.. Çeliği ezen çelik, uğultu, çın-çın’lar. Tarihöncesi mahluklarının, mamutların yeri sarsan iniltisi, gıcırtılar. Bütün bunların etrafımı kuşatan o demir-çelik-beton cengeliyle ilintilenen örgüsünün dibinde büyülendim kaldım.

https://www.youtube.com/watch?v=OXgjaecbxmU&feature=em-upload_owner

https://www.youtube.com/watch?v=O6fk1gqYO5Y&feature=em-upload_owner

Uzun zamandır içine düştüğüm en esaslı konserdi!

29 Haziran 2015 Pazartesi

GÜLLER, KÖPEKLER, EVSİZLER

Portland’ın lakabı “Güller Şehri.” Gülün tam zamanı gelmişim, Washington Park’taki geniş bahçede rengarenk, kıvrım kıvrım kokularıyla yataklar dolusu gül birkaç gün sonraki festivale hazırdı. Yol kenarları, parklar, bahçeler, saksılar.. güller her yerde.

Köpekler de. Portland bir köpekler cenneti. Onları dışarıda bırakan yer pek az. Kuaförleri, bakımevleri, yiyecek, oyuncak, aksesuar dükkanları insanlarınki kadar bol, çeşitli. Kişi başına bir köpek düşüyormuş gibi geliyor insana.

Ve evsizler. Kent yüce gönüllülüğünü onları kendi haline bırakarak gösteriyor. Köpekler kabul, evsizler tahammülle karşılanıyor. Ortalıkta olmalarına izin var. Böylece parklarda, kaldırımlar, kapı eşikleri, ağaç ve köprü altlarında tek tek ya da öbek öbekler. Koşusunu yapan, bisikletini süren, köpeğini gezdiren sırım gibi bedenlerin yere vuran gölgeleri gibiler. Karanlık, perişan, berduş, meczup.




Kentin ortak göğe kokuları kendilerince yükselen üç nişanı evsizler, köpekler ve güller.

28 Haziran 2015 Pazar

İÇ İÇELİKLER

Şapkadan tavşanlar çıkaran bir kent Portland. Zıtlıklar, görünürdeki çelişkiler birbirini izliyor. Tek bir karede kalındığında siyah ya da beyaz olan, akışa bırakıldığında tersine dönüşüyor.



Göründüğü gibi olmayış, olduğu gibi kalmayış iklimle başlıyor. Pasifik’ten 100 mil içerde, yılın dokuz ayı kapalı, yağışlı geçiyormuş geçmesine ama bu bulut örtüsü sıcağı tutuyor, iklime ılımanlığını, bitki örtüsüne de yeşili ve büyük çeşitliliğini veriyor. Kışın güneşin açacağı tutan günleri acı bir ayaz izlermiş. Kırk yılın başı kar serpiştirecek olduğunda şehrin nasıl feleğini şaşırdığını gülerek anlatıyorlar. Portland’ın, Oregon’un soluk kesen gür ormanları, bitkilerine bakılırsa bu eyaletin güneşi yağmur. Gök surat astıkça yerin yüzü güller açıyor.

27 Haziran 2015 Cumartesi

IRMAK, KÖPRÜLER, SESLER

Willamette nehrinin ayırdığını köprüler birleştiriyor. On beş tane. Eski, yeni, beton, çelik. Irmağın iki kıyısını dolanan kordonlarda yayalarla bisikletliler suyla birlikte akıyor.



Kapalı, yağışlı bir gün kenti görmekten bile önce dinlemeye Japonlardan (İkinci Dünya Savaşında ABD'de uğradıkları kötü muameleden ötürü) özre adanmış meydanıyla kıyıdaki Waterfront parkında başladım. Köprülerin mimarilerine göre tizleştirip pesleştirerek göğe yükselttiği şehir uğultusu, bisiklet vızıltıları, çıngırakları, kuşlar, gelip geçenlerle yaklaşıp uzaklaşan konuşmalar, berideki sanayi bölgesinde çeliğe vuran ritmik balyozlar, yeri göğü kamçılayan sirenler, trenler elbette, geçişi dakikalar süren katarların takırtısına katılan düdükleri.. Rastlantısal ama kulak verdikçe aralarında bağlantılar, karşıtlık ve ahenk işitilen dev bir yumak ses.

https://plus.google.com/photos/118198168542066911108/albums/6159349302931722465?banner=pwa

Görsel olarak benzer bir etkileşim köprüler için de geçerli. Birbirlerinin bacak-kemer-kıvrım aralarından bakışta bu kırk benzemezlerin kendi içleri ve kentle aralarında kurulan beklenmedik uyumlarla zıtlıklar.

26 Haziran 2015 Cuma

GÜLLER ŞEHRİ

Portland’ın duygusu ilkten pas rengi ince fitilli kadife gibi. Yumuşak, kendine özgü. İnsanın üzerinde, onu önüne katmış o anonim Amerikan koşturmasından bir adım geri çekilmiş de ruhunun kendine yetişmesine bile isteye zaman tanır gibisine. Ne salmış ne kasmakta. Telini kıvamında gerdiği sazıyla sıcak, kendi halinde, temposuna doğalca ayak uydurulabilir bir makam yakalamış. Batıya göçün okyanusta son bulan bu ucuna havanda su dövücülüğü, yükselme hırsını sorgulayan, nihayetinde Doğu kıyısının kamçıla-kamçılan yaşama biçimine kendi alternatiflerini geliştirenler havasını vermiş sanki. Yoga, meditasyon, New Age, sağlıklı yaşam. Refah, evet, memnuniyetle ama aracı amaçla karıştırmadan. Yaşamak için çalışarak.

Burada ölçek birey görünüyor. “Bana beni verin, gölge de etmeyin.”

Göz hizasında bir şehir Portland. Boyutları, kavranabilirliğiyle de öyle. Kenti yumuşak bir kavisle dolanan Willamette’in iki yanında her yana yürüyerek ulaşılabiliyor. Nehrin ne tarafta kaldığını ve dört ana bölgeye ayrılan ızgara planı bildikten sonra benim gibi bir yönsüz bile (fazla) kaybolmadan fıldır fıldır dolanmaya başlayıveriyor.




Trafikte inek Hindistan’da neyse yayalar da Portland’da o. Adımlarını yola atmalarıyla akan sular duruyor. Işıkların olmadığı yerde sağınız solunuza bakmadan kitabınızı, telefonunuzu okumaya devam ederek yolu geçebilirsiniz. Şehir içinde araba kullanacak olsam bura usulüne alışana kadar bir düzine insanı püre ederdim herhalde. 

25 Haziran 2015 Perşembe

YEŞİLİN AMERİKASI


Amerika durmadan keşfedilecek koca bir kıta yarısı. Doğa engin, çeşitli. Eni boyu, verdiği duygu ile büyük, çok büyük.

Bozu, çölü, renkten renge girişini Arizona’da dolanmıştım. Bu kez bütün bildiğim yeşil istediğimdi. Yeşil ve kuzeye vurmak.

Soluğu ve yeşil konusunda boyumun ölçüsünü Portland, Oregon’da aldım.

Silkeleyeyim ceplerimi, yüzlerce fotografı saklayan hafıza çubuğu, tuttuğum notlar dökülsün, yeni bir tefrikada günden güne serbestçe bir araya gelsin.


Başlıyoruz..