1 Aralık 2017 Cuma

GÜNAYDIN SEDA

Uyandım. Hemen fırlamadım. Rüyada gittiğim yerleri şöyle bir aklımdan geçirdim. Düşlerin ruhumun damağında bıraktığı tatları, çalılarına takılıp kıvrımlarından hâlâ sarkan latif malzemeden, varlık ile yokluk arası şeritlerini, parçalarını kolaçan ettim. Kendim de düş ile gerçek arasındaki ara haldeyken tamam ama kalkıp güne kollarımı sıvamamla uzaklaşıp başkasınınmış gibi görünecekler. Şimdiyse ne kadar şiddetli olabilseler de incelikli tatlarıyla henüz iç içeyiz, senli benli.

Rüyaların da ötesinden içimde olup bitene kulak verdim.

Günaydın Seda. Nasılız bugün?

Gerilim, heyecan, yayılma, daralma, sertlik-yumuşaklık hallerini yokladım. Kapalı-açık? Sevecen –abus? Şakacı, oyuncu-nemrut? Kucaklayıcı-itici? Kurşuni bir Kasım sabahı gibi yeknesak ve nötr?

Selamlaşmak ama laf olsun diye değil, muhatabının gözünün içine bakarak, varlığını, başka her şeyi dışarıda bırakıp duyarak, kulak kesilerek selamlaşmak iyi şey. Seni o an, oraya getiriyor, kafa içi spekülasyonların sellerinden hayatın sıkı sıkı dolaysızlığının ayak basılır, adım atılır zeminine.

Kendinle ne diye selamlaşmayacaksın ki? Şu, bir yandan toz kondurmadığın, biri yan bakacak, lafını eğecek olsa sırtını kamburlaştırıp tırnaklarını çıkardığın gibi açık ya da kapalı savunma-saldırıya geçiverdiğin, bir yandan da farkına bile varmadan iç-dış ölçütlere vurup durduğun, sürekli kıyasladığın, bir az bir çok, bir yeterli bir yetersiz görerek iki yana savrulduğun, başka biri yapacak olsa ilişkini çok fena duygularla oracıkta keseceğin şeyleri akıl almaz bir kıyıcılık, hoyratlık, duyarsızlık, anlayışsızlık, kavrayışsızlık, aşağılayıcılıkla kendin ettiğin, hepsine birden Ben deyip kasap satırıyla ortadan ikiye yararak makbul-makbul olmayan parçalarına böldüğün varlıkla? İşine gelen yanıyla gül gibi geçinip giderken zorlu, zorlayıcı yanlarından ikrah ettiğinle?

İnsanlarla nasıl ilişki kurduğunu söyle, kendinle nasıl ilişkilendiğini söyleyeyim.

Sırtüstü dönüp kollarımı geriye uzattım, belkemiğini esnetirmiş, rahat değil ama iyi bir şey diye yaptığım bir gerinme.

Günaydın Seda.

Seyretmeyi öğrendikçe açılan, berraklık kazanan bir ilişki bu da, seyretmeyi öğrendiğin her şey gibi. Berraklık her zaman anlayıştan gelmiyor, onun daha safı. Tepkiselliğin, telaşın, nevrotik bir reddin aradan çıkmasıyla ortaya çıkıyor. Durulmak.

Sakin sakin bakıyorsun. Bir şey yapmak, tavır almak (ya da “koymak”) zorunda değilsin. Olumlu-olumsuz bir tepki vermek. Trene bakan bir inek gibi, önünden geçen kalabalıkmış tenhaymış, düdüğü avaz avaz ya da sessizmiş, havayı kömürüyle kirletir ya da elektrik temizliğiyle geçermiş, hiç fark gözetmeden, yansız ama derin bir ilgiyle izlemeyi öğreniyorsun. 

Seni iplerinin ucunda dinamik bir kukla eden koşullanmalarından özgürleştirecek belki de en büyük adımı.

Önce bir dur, bak, gör, dinle, anla.

Günaydın Seda. Nasılız bu sabah?

Onun adına cevabı yapıştırmıyorum. Komşu teyzenin sorusuna çocuğu yerine atılıp karşılık veren bir anne gibi yapmıyorum. Kafadan gelen karşılıklar çabuktur (hazırdır çünkü, dünden pişmiş, bayat). Hakiki bir etkileşimde sorduğunun karşılığını beklemeyi bilmelisin. Derinlerden, loşluktan yavaş yavaş yükselir. Mahcup bir his olarak, ürkek bir dişi kedi gibi. Kulak kesileceksin. Zihin, dost ziyaretlerinde sazı kimseye bırakmayan geveze ev sahibi koca gibi zırt pırt araya girer, yapar, doğası o. Dikkatini çeler, sen derinden gelene ha, öyle miymiş demeye kalmadan hikayelerinden birini anlatmaya başlar: “E tabii öylesindir, çünkü..” Seyri öğrenme sanatının önemli bir bölümü de zihin ile ifrazatı düşünce gevezeliğini hemen bir yana (atmak değil, yok, inatlaşmaya hiç gelmez, bütün gücüyle dikkatini istila ediverir) almaktan geçiyor. Usulca nefesine dön, şimdi-oradaki fiziksel gerçekliğe, kulağını dış seslere çevir. Dikkati zihinden kaydır ve iletiminde laf kullanmayana geri gel. Hislerle anlatıyor o. Bedene de yansıyan, tıpkı rüya malzemesi gibi ama daha tensel dokunuşlar, akımlarla. Farkına varmak için, hayata dair uydurduğun hikayelerin gürültüsünü, çiğ ışığını geride bırakmalısın. Ağustos böceğini Taksim meydanında işitemezsin.

Günaydın Seda. Nasılsın?

İndiğin düzlemler inceldikçe inceliyor. Zihnin işleyişine, gerçek diye yutturduğu hikayelerin parazitine bir kez uyandıktan sonra kaba tuzaklarına artık bir daha pek düşmüyorsun ama ötesi gibi zihnin kendisinin de inceldikçe incelen halleri var. Kaba seviyelerde ben hiç de öyle değilim dediğin insanlık hallerinin ince, çok ince seviyelerde bal gibi sende de karşılığı olduğunu görmek ürkütücü. Gaddarlık, merhametsizlik, zorbalık, kindarlık, nefret. Bunları zihninle keşfedecek olsan (edemezsin pek ya) dehşete kapıldığın gibi tabanları yağlar, hemen ardından “Yok canım, ben aslında..” diye başlayacak sonsuz bir ego cilalayıcılığa, üstünü kapatıcılığa girişirdin. Zihin/ego kusuru ancak dışında görebiliyor, kendine toz kondurmuyor.

Diplerden, derinlerden yükselen hislerin dolaysız iletiminde sadece olan var, özne/ego yok. (Yani yargılama ve hükümler de yok. Onlar olmayınca savunma ve saldırı da. Nihayet korku da yok oluyor.) Misal, son derece gaddarlaşabiliyorum diye tercüme edilebilecek olanı bugün hava yağmurlu dengi bir bilgi olarak alıyorsun.

Durup sadece kulak verdiğinde. Çözmeye, düzeltmeye, örtbas etmeye davranmadığında.

Treni seyreden inek gibi olduğunda.


Günaydın Seda! Seni seviyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder