30 Haziran 2023 Cuma

ŞAMATA İLE SÜKUNET ARASINDA

Gece bir arkadaşımdan dönüşte kıyıya indim. Kış trafiğinin tümünden fazla araç yokuş boyu iki yanımdan aktı. Jandarma akın akın gelenleri sahilin dolup taşan otoparklarından belki yer bulabilecekleri taraflara çeviriyordu. Kordon boyuna gelmeden, eski açık hava gazinosundan dönüştürülen mekandan fışkıran gürültüyle sıçradım. Bundan sonrası çorap söküğüydü. Meydana taşan masaları da hınca hınç dolu, her daim müdavimlerin gözdesi; tepesinde sigara-sigar kokularından ağır bir kubbe, koşuşturan personel, münasebetsiz bir baharat misali yemeğin tüm tadını işgal eden yüksek ses (kulak-beden, duyulan o, müzik değil). Diğer lokantalar, biri hariç tenha. Sıradan ölümlüler kokulardan adım başı satılan takılara, girişlere dikilen yabancılaştırıcı fiyat listelerine kafalarıyla nefislerini kırk çeşit uyarana maruz bırakarak yanardöner ışıklar altında gürültüden gürültüye sel olmuş, akıyorlar! Ulaşabildikleri, seyyar satıcılardan süt mısır, saça boncuk dizdirme, belki midye dolma ve ille de dondurma (birkaç gün önce en ünlüsünün topu 25 liraydı).

Kendini akışa kaptırdığında yaz gecesi, bayram coşkusu. Kıyısında durduğunda tımarhane.

Bana ikisi de değil. Semenderin geride bıraktığı deri gibi ilintim kalmamış bir hal.

Kıyıdan kendi dünyama çekildim.

Balmumu kulak tıkaçları, karartma perdesi ve pervane (esintisi, gürültü maskeleyiciliği) ile konforunu sağladığım geceye.

Sabah erkenden bir de denizle cila attım mı hayat, eğlencenin kafa-mide-yürek-cüzdan tüketenine hiç ihtiyaç duymayan bir hafiflik, yalınlık ve doyuruculuğa geliyor.

Gerisi, güzelim yaz. Güneş. Enerjiyi akkor haline getirip insanı kendi dahil her türlü kalıptan çıkararak bütün varoluşa eşitleyen sıcak. Baş simyagerim.

24 Haziran 2023 Cumartesi

SU

Su, bir geçit. Boyutlar, değilse bile gerçeklikler arasında bir kapı!

Ayarı şaşmış havalarla deniz çağırmak bilmedi. Sonunda hafta başı kendimi sırtımdan ittim. Hiç olmazsa görev icabı gir, gövdene iyi gelir.

Aklım bunu biliyordu, hafızam ise ucunun çok berilere geleceğini, şifanın elbette bedenle kalmayacağını.

Halk plajının su sınırlarını kıyıya doğru da çekip epey daraltmışlar. Eskiden yürüyüş yolunun yarısını bulan alan şimdi her lokantanın iskele uzantısıyla parçalara bölünmüş. Çoğalan teknelerse her nasılsa şimdilik daha açıklarda. Su berrak ama yüzeyi teknelerin bulaşık suyuyla yer yer halı silkilmiş gibi. Delik deşik, toz toprak yollar, mevsim, hele şimdi bir de bayram trafiğiyle hiçbir yere kımıldayamayacaksak buna da şükür.

Bedenim Bodrum denizini unutmuş, bileklerimden yukarı serinliği yükselince adımımın yarısında durdum.

Bekleme, at kendini gitsin!

Kısa süren irkilme yerini rahatlayıp açılmaya bıraktı.

Sen bir su-insansın, insandan suya tez elden dönesin.

Kaslarım, ama asıl nefesim aylar sonra evine dönmüş gibiydi. Ev olmasına ev de araya başka yerler, alışkanlıklar girmiş, yuva değil henüz. Sonra koptum gittim.

Doğa vaftiz etmiş gibi çıktım. Bedenim çözülmüş, ruhum korsesinden soyunmuş.

Gerisinin çabuk geleceğini bildim.

Nefesim açılacak, hareketlerim akıcılaşacak, vırvırıyla zihin susacak, varlığım o geçide dalıp aklın can sıkıcı bir aksesuar kaldığı hale süzülecek.

Doğrudan

Dipsiz

Doyurucu

23 Haziran 2023 Cuma

YOL AYRIMI

Akla yatırılan, sopası-havucu (eli kulağında tehlike ve kaçırıldı kaçırılacak fırsat algısı) ile manipülasyonu da eksik olmadan sunulan girişimi ortak çıkar, ortak karardır diye maliyeti, külfeti gözümde büyüdükçe büyüyerek kabul etmiştim ki bir geceden ertesi sabaha vazgeçildi!

Sonradan edindiğim verilere, kafamda beliren sorulara bakarken bana hiç de olduğu gibi sunulmadığını gördüğüm asıl resme uyandım.

*

Bütün keskinliğiyle onca kutuplaşmamıza rağmen zengin yoksul, “medeni” “yontulmamış,” muhafazakar ileri görüşlü demeden hepimizi birleştiren bir şey varsa (toplu güvensizlikten doğan ama sonra dönüp bu güvensizliği pekiştiren) “önce kendin!” amentüsü olmalı. Kazık at ki kazığı sen yemeyesin. Ya da nasılsa yiyeceksin, sen de atabildiğin kadar at ki fazla ezilmeyesin, sineğin kanadından bakraç bakraç yağ çıkarasın.

İlk adımın bu dürtüyle gelmesi, ifade edilen ile onun nasıl okunacağını belirliyor.

Top hep falsolu ama karşılayacak olan bunun farkında ve hazırlıklı.

Ben değilim. Hiç olamadım.

Refleksim şüphe, kurcalama değil, beyanı ne ise o olarak almak.

“Enayi misin?”

Evet. Enayilikten kasıt açık: Akıl diye tanımlananın tersi. Ha hı de, bak bakalım senin işine geliyor mu, gelmiyorsa usturuplu bir biçimde (ertelemek, yan çizmek, bahaneler) sıvış.

Ceza mı aldın, bırak, nasılsa affedilir bir ara. Resmi ödemelerde oyalan oyalanabildiğine, ya yapılandırılır ya onlar da silinir.

İpe un ser, etrafında dolan. Ve sen sen ol, asla, asla önce (ve çoğunlukla asıl veya sadece) kendine hizmet edecek adımını açık etme, “bak, senin de yararına” sosuna bula. Çarpıtma, dayatma, örtülü-açık tehdit ile manipülasyonun ayağa düşmüş ama hep işler kurallarını tepe tepe kullan.

Meydan senindir!

Enayi olduğum kadar meydana da adım atmadım.

Beceremez miydim?

Kim bilir. Ama benim itici gücüm düzlüğün, açıklığın çok daha kolay, zahmetsiz olmasında. Ve önce/sadece/asıl ben demenin kurutucu, fukaralaştırıcı, daraltıcı, tüketici yavanlığına antipati.

Enayiliğimde pek tenha bir kenardayım ama iliğimi kıvrılıp bükülme, eğriyi doğru gösterme, ayak oyunları, açık kapama telaşı kurutmuyor.

Suyum berrak aksın da içine sindiren çirkef kovasını boşaltsın varsın.

19 Haziran 2023 Pazartesi

SELAM SANA AMCAM

Sabahları daha da tutuk olan bedeniyle bahçeye inen basamaklara yöneldi. Çaba ile önündeki işi denk getirmeye çalışan yavaş, duraksayan adımlarla görüşümden çıkarken onca ağırlığın altında kalmamış ivecenliği dikkatimi çekti. Babamın erkek kardeşlerinin bir kısmının iliğine, oradan benim de genlerime işlemiş, telaş ile gerilimin kıyısındaki o acullük. Artık çok usul ama parmak izi kadar belirgin.



*

Gelip oturduğumda pastel renkli, spiral ciltli defterleri hazır, beni bekliyordu. Gelişimi iple çekmiş gibi hoşbeşle fazla vakit kaybetmeden açıldılar.




Kitaplardan, makalelerden notlar. İngilizce, Türkçe. İlgisini çeken, hoşuna giden deyimleri, ifadeleri birinden diğerine çevirme egzersizi. İçine sinmeyenleri bana ayırmış.

“Sen nasıl çevirirsin diye merak ettiklerim. Kulağım işitse arayıp soracaklarım ama böyle.. Gelişini bekledi.”

Bir cümleden diğerine, söze, geldiğimde ölgün görünen duruşu canlanmaya, gözleri ışıldamaya başladı. Dil ile, düşüncelerle oynadığımız bu pingpongda hep olduğu gibi.

“Sayısız defterim var böyle. Gözlerim eskisi gibi okumaya elvermiyor. Kafamdan geçirdiklerimle oradan buradan bu notlar da olmasa iyice bitkisel hayata gireceğim.”

Sonra sıradan bir devammış, kast ettiği ömür değil de günmüş gibi ekleyiverdi:

“Allahtan bitiyor.”

Allahtan.. Korku değil, istekle beklenen son. İhtiyarlık şikayetiyle ilgisi yok. Yalın, saflığı neredeyse çocuksu bir saptama.

Bu sabah, gelecek sefere kadar vedalaşır, arabaya kadar bana eşlik ederken, ikimiz arasında sık gidip gelen (çevirdiğim bölümleri ona gönderip hiç beklemediğim onayını, takdirini almıştım) Yaşlı Gemici’den (Coleridge) bir dörtlük dökülüverdi dilinden.

“Son zamanlarda öyle çok aklıma geliyor ki..”

Aksanı ağır İngilizcesiyle, nefes gibi her iniş çıkışı ta derinlerden duyup duyurarak:

 

The many men, so beautiful!

And they all dead did lie:

And a thousand thousand slimy things

Lived on; and so did I.

 

Çala düşünce çevirirken tohumu/siparişi aklımın toprağına yatırıyorum, amcam. Bir şey çıkar ya da çıkmaz, göreceğiz.

 

Güzelim onca insan

Göçmüş gitmiş

Binlerce binlerce işe yaramaz ise

Yaşayıp gidiyor, benim de ettiğim



Akşam güneşi gözlerine girerken


3 Haziran 2023 Cumartesi

UĞURLAMA

Sonrası alacalı bir ibrişim.

*

Şaşkınlık sarsıntıyla birlikte geldi.

Şimdi ne yapıyorduk?

Geleneklerden, itikattan öyle uzağız ki.

“Yok, ellerini göğsünde birleştirmeyelim. Böylesi Hıristiyan adeti.”

“Öyle mi?”

“Filmlerde öyle yapıyorlar ya. İki yanına uzatalım.”

Halimize az önce kaybettiğimiz (kayıp mı ettiğimiz?!) Zeyda’nın gözüyle bakıp onunla beraber kıkırdadık.

Çay bardağımı Barış’a uzattım. “Bana da iki parmak viski koy hele.”

Dua?

Başı sonu olan bir tanesini okuyabilenimiz yok ki. Biz kendimize göre, kendimizce yoğurup üfledik dileklerimizi. Önce geçişi, şimdi de bilinmeyendeki huzuru için.

Ülkede (hemen) herkese eşit, hızlı ve pürüzsüz sunulan tek hizmet, cenaze işleri.

Sen bir öl, bak her şey ne rahat, uygarca olup bitecek der gibi.

Son nefesinin üzerinden bir saat bile geçmeden sağlık ekibi, ardından doktor geldi. Ölüm raporu elimize verildi.

Birileri kıbleyi sordu.

Nerdeydi ki o?

“Güneydoğu olmalı, güneş şurdan doğduğuna göre herhalde..”

Bu cevabı da Google’da bulduk. Göğsüne konan bıçakla turuncu çarşafına sarılı cenaze, duvarlara göre eğri, kıbleye göre kendinden emin bir pusula iğnesi misali hazır ol duruşunda yere uzatıldı. Koşup gelen dostlar dualarını okudu. Cenaze arabası da gece ile şafak arası bir vakit gelip sessiz ve hızlı, bir ömrün sıyrılan kılıfını topladı, gitti.

Adrenalin tuhaf şey, arkamızda birkaç yıla bedel bir gün, yatışıp uykuya dalmayı nice zaman sonra başarabildik.

*

Ertesi sabah kiralık hasta ekipmanı geri gönderildi. Yaşananlar ve nesnelerinden boşalmış oda ile tiyatro oyununda sahne bir çabuk değişmiş gibiydi. Sıra baş sağlığı ziyaretleriyle ölüm ilanının verilmesine geldi.

İlan hazırdı. Sonuna kadar gerçekçi Zeyda bir iki ay önce kağıt kalem isteyip kendi yazmış. Yapmacıktan kendi kadar uzak, doğallığı, fazlalıksızlığıyla kendi gibi bir ilan.



Gazetenin ilanlar sorumlusu “yanlışlarını” kibarca düzeltmeye çalışmış:

“Genellikle ‘vefat’ ya da ‘acı bir kayıp’ yazılıyor ama..”

“Yok, biz böyle istiyoruz.”

Hemşir? Hemşire olacak herhalde?”

“Yok, biz öyle deriz. Siz sormadan söyleyelim, biz apla da diyoruz.”

“Sadece ‘uğurlayacağız’ demişiniz, ebediyete eklesek?”

“Yok, nereye gideceğini bilemeyiz, biz sadece uğurlayacağız.”

Bolca güldük. Zeyda’yla hep, en sıkıntılı zamanlarda bile, hele en sıkıntılı zamanlarda yaptığımız gibi. Mizah, espri, keyif gözeneklerinden çıkardı onun. Görmenin, hissetmenin özünde vardı, her şeye katar, bunlarla zenginleştirilmemiş an bırakmazdı.

Tepemizde süzülürken bizi nasıl teselli edeceğini hayal ettim.

Ölüm ilanını nasıl kendi yazdıysa kendi isteyeceği gibi bir uğurlama olmalıydı. Elden geldiğince öyle de oldu. Öldüğü yerde gömülmesini söylemiş, içtenlikle orada olan pek çok insanla, toprağa babasının yanı başında verdik. Zincirlikuyu’nun gökdelenlerle çevrili derin, serin yeşil kuyusunda, fışkırmış güller, başka çiçekler arasında.

Beş cenazeden en uçtakiydi. Bir de baktık, bir tekir gelip boylu boyunca ayak  ucuna serildi. Tutkuyla sevdiği kedileri temsilen, cinsinin de uğurlamadan elbette! eksik kalmayacağını kedi kesinliğiyle bildirir gibi

Hocalarla hiç işi olmazdı, muhtemelen kalayı basıyordu ama o iş de yapıldı, duası okutuldu. Helvası onun tarifiyle onun yaptığı gibi de rakı eşliğinde bolca karıştırıldı, tane tane dökülür kıvama geldi.

Hepsini de sevdiği, seveceği insanlar az gözyaşı, bol kahkaha ile sohbeti saatlerce kardı. Tatlanan hava, ruhlarımızı hafifletti.


Hah, şöyle! deyişinin hayali kulağımda, oyunun sonraki sahnesine doğru kaydık.

Alacalı ibrişimin yas dönemine.


1 Haziran 2023 Perşembe

ÖLÜM DÖŞEĞİNDE

Elimde eli, odada yalnızdık. Nabzı avuçta bir kuş sanki, şiddetle şişip inen şahdamarıyla bir atıyordu. Makinenin yoğunlaştırdığı sığ nefesiyle omzu yükselip alçalıyor, ağır bir tulumba gibi ciğerlere hava basmaya çabalıyor.

Kuş kadar kalmış bedeni çırpınırcasına kasılıp gevşerken tavana dikilip kalan gözbebeklerinde güçlü uyuşturucularla iğne deliği tizliğinde bir şuursuzluk.

Kanserin bir yandan, ilaçların diğer yandan zehirlediği teni kirli sarı ve ecel teri kaplı.

Ama elini tuttuğum, bileşenlerine hızla ayrılan bir can kabuğunun ötesinde, canın ta kendisi. Gördüğüm, duyduğum da o. Şekli, biçimi bir pus içinden geçer gibi aşıp dokunduğum, yüreğime akan, yüreğimden akan, O.

“Bırak bu kayığı, canım ablam! Su alıyor, sal artık. Sen kayık değil, onu yüzdüren Su’sun. Ak git, kavuş deryaya.”

O bir yanda, biz öteki, inledikçe içimiz eriyor, sıkıntısını, boğuntuyu hafifletmek için telaşlanıyorduk. Sırtı mı acıyor acaba, bir yastık daha koysak? Yan mı çevirmeli?

(İçimizi biraz rahatlatan, son anlarda aradığımız emekli onkolog oldu. Gözbebekleri iğne deliği kalıyorsa uyuşturucunun yeterli olduğunu, kasılmaların acı ifadesi olmadığını söyledi. Kuşkulandığım gibi, uyanamadığı bir karabasan, bad trip miydi, kim bilir?)

Avcumu yeniden kalbine dayadım. Çırpınan kuş uzaklaşmaya, çırpınışı hafiflemeye, sonra teklemeye başladı, nefes alış telaşı gevşedi, nefes araları uzayıp düzensizleşti. Bir, bir daha ve durdu.

Bir hal ve diğeri. Yaşam ve ölüm. Eşiği çok çetin, geçiş kolaycacık oluverdi.

Benim son iki gününü baş ucunda yaşadığım uzun, giderek ağırlaşmış süreç, stresin giden ve kalanların üzerinden bir anda kalkmasıyla derin bir boşalmada son buldu.

Her anlamda bir boşalma. Zincirlerinden boşalma ve yeri boşalma.

Ölüm kadar, yaşam kadar çıplak bir acıyla birbirimize sarıldık.

*

Sonrası alacalı bir ibrişim.