6 Kasım 2011 Pazar

MANDAL

Yan gözle beni süzdü. Ben de onu. Göğsünden yukarı doğru çizgili bir başlığa dönüşen tatlı mavi tüyleriyle pek alımlıydı. Muhabbet kuşlarına özgü, hoparlörü bozuk ufak bir transistorlu radyoyu andıran sesle Şampiyon Fenerbahçe diye öttüğünde rengi atmış eski kırmızı mandalı kafesine geçirdim. Çılgına döndü! Bir uçtan yarısına heyecanla tüneğinde gidip gelmeye başladı. Mürekkep püskürtmeli yazıcılar ya da örgü makineleri gibiydi böyle. Onlar kadar da hızlı. Biraz yatışınca yanında durdu, mandalı gagasıyla kafesin teli boyunca bir yukarı itmeye, hemen ardından aşağı indirmeye koyuldu. Kendisi gibi hareket ettirdiği mandala tutkunmuş. Ayıklayıp üzerine kustuğu kendi yemiyle besler, konuşurmuş da onunla. Belki eşi belki yavrusu, her durumda kendinden bir parça saymaktaymış.

Mandalı kafesten aldığımda huzursuzlanıyor, saldırganlaşıyor, uzattığım parmağımı gagalıyor, gerisin geriye taktığımda heyecanlı turunun ardından kavuşma sevincini yeniden yeniden yaşıyordu.

Başka bir mandal iliştirdiğimde hiç ilgilenmedi. İlle onun mandalı olacaktı; gagalana gagalana oyulmuş o eski püskü kırmızı mandal.

Farklı bir yere taktığımda da benimsemiş görünmüyor, aynı şeyi aynı yerde istiyordu.

Oncacık kafesin bile anca yarısına yayılan bir büyük tutku.

Kuş beyinli! diye gülecekken birden durdum.

Materyal, kalite ve ölçeği bir yana bırak, işin kendisinin insani tutkular, saplantılar, ideallerden var mı bir farkı deyip kendi kırmızı mandallarımı düşündüm.

Güldüm ama bu kez iki cinse birden.