27 Ocak 2017 Cuma

CİLA

Çalkalanan Amerika’yı izliyorum.

Yüz binlerin bir barış ve şenlik havasıyla sokaklara dökülebilmesi güzel. O kardeşlik duygusu, dayanışma, kalabalıkla çoğalma, yüreğinin kendinden çıkıp bütün için attığı hissi –uzaklaşan bir anı; böyle barışçıl bir araya gelişlerin insanın en has yanını ortaya çıkarışı.

Sonra anlamaya çalışıyorum.

Şenlik havasının altında, öncesindeki nefret, aşağılama, kendi haklılığına mutlak inanca bakıyorum. Hiçbir nefret edilenin nefretin kendisi kadar çirkinleşemeyeceğine o körleşmeye. “Karşı” tarafı ikna değil, yok etme/yok bilme arzusuyla bilenen dişlere. Karşı tarafın yapıp yapmadığı bir yana, birlikte yaşamayı köstekleyenin bu tavır olduğunu görememeye. Senin gibi olmayanı karikatürsü bir sığlığa indirgerken kendini evrensel değerlerin baştan ve tartışmasızca haklı yegane temsilcisi görme tuzağına. Ne kadar tanıdık.

Peki neye karşı çıkılıyor tam olarak? Tamam, orası görünürde seçilmenin de seçilene karşı çıkmanın da meşru olduğu bir yer ama bu karşı çıkışta neden daha varoluşsal bir şey var? Daha tek bir icraat yapmamış birine nedir seçim olgusuyla bağdaştıramadığım bu şiddette bir karşı çıkış? Demokrasi paradoksu. (Burada hiçbir zaman cevabı olmayacak iç sorgulamalar da devreye giriyor.) Tehdit olarak algılanan Trump’a önleyici bir tepki mi? Kimlik politikalarının terk edileceği korkusu mu esas da iklim değişikliği gibi bütün gezegeni ilgilendiren meseleler özünde buna payanda ediliyor, aynı sınıfa sokularak asıl meseleye inkar edilemez bir meşruiyet kazandırılmaya çalışılıyor?

Karşı çıkanlar kim?

Peki bu kimlik politikalarının arka yüzü neydi? Kim neyi kazanırken kazancı mümkün kılan politikalarla kim neyi kaybetti ya da mahrum kalmayı sürdürdü?..

Bir süre sonra ciddiyetimi kaybediyor, şehvetle nefret körükleyen CNN International karşısında ayağımı uzatıp çekirdek çanağını kucağıma çekerek cilasızlığıyla infial uyandıran şu adamcağızın olanca hoyratlığı, sığlığı, ben bilirimciliği, kayıtsızlığı, narsisizmiyle maymuna gösterdiğinin kendi kıçı olduğunu düşünüyorum.

Öyle bakınca da Amerika’nın kaybettiği kaliteli bir yüzey cilasından ibaret görünüyor.


Sadece Amerika’nın mı?

15 Ocak 2017 Pazar

VİPASSANA

Farkındalık meditasyonuna başlayalı üç yıl olmuş. Artık babamla olmak üzere onun evine döneli de.

İkincisi için yüksek öğrenim diyordum. Hayatını alıp başka bir hayatın yanına taşımak. Bir yeniden yontulma, kameraları başka açılara, yüksekliklere yerleştirme, düşen ışıkları farklılaşmaya bırakma zamanı. Yoğun bir öğrenme vakti.

Bunun farkındalık meditasyonu için de geçerli olduğunu çok geçmeden anladım.

Ucu açık, beklentinin yerini giderek saflaşan bir ilginin aldığı bir süreç. Kendince verdiği meyvelerin benim de kendimi verişimi gönüllü kıldığı, doğallaştırdığı bir süreç.

Sen yoluna devam et. Güneş açar, yağmur yağar, tipi çıkar, hava ısınır, buz keser.. İçinde dışında ne olursa olsun devam et. Yürüdükçe açılan, anlamlanan, dinamo gibi kendi enerjisini üreten bir yol bu.

Görünürde hiçbir şey değişmediğinde de dipten dibe aynı kalan şey olmadığını bildiğin, duyduğun bir gidiş.

Sonra küçük flütle müzik de geldi, bu ikisine eklendi. Kendimi bir de ona verişimle tema çeşitlendi.

Amaç, yaptığının kendisi; bunun gelecekte neye evrileceği ikincil. Anda ne varsa onunla hemhal yaşamak –bazen bunu yapabilmekten ışık yıllarınca uzak olmak da dahil, o anın içeriğiyle olmak.

Halanı takmak eğiliminde olduğun her tür bıyıktan azat etmek!

Bunun en saf halini müzik öğretiyor. Flütü elime aldığım an içimdeki bir an önce olsuncu, eleştirmen, kılı kırk yaran vs kenara çekiliyor. Arada bir komşular için üzülmenin dışında sadece yaptığım var. Her Allahın günü Sisyphos’un kayası gibi tepeye yuvarladığım alıştırmalarda zaman, nefesini üflediğim notadan ibaret kalıyor.

İnsan kendini tümüyle verdiğinde sabra gerek kalmadığını öğreniyor. Sabır hoşlanılmayan, tercih edilmeyen, sıkıntı veren bir şeylere katlanma gücü. Yaşanan ana direncin ortadan kalkmasıyla birlikte o da yerini oluşa, akışa bırakıyor.

Bu elbette böyle anlatıldığı gibi düz, pürüzsüz bir gidiş değil. Vahşileştiğim, keskinleştiğim, kuruyup soğuduğum, tahammülü yitirdiğim de oluyor (müzikte olmuyor).

Meditasyonun usul, gösterişsiz meyvesi o vakit belirginleşiyor. Dingin, yansız ama anlayışlı bir tarafım kabarıp köpüreni izliyor, ona ayna tutuyor. Sorusunu ben dile döküyorum: “Böyle mi olmak istiyorsun? Öfkeli, kopuk, hayatla kavgalı? Körelip köreltmek mi istiyorsun?”

Soruyu tatlılıkla sorabilmek ışığın geri gelebilmesi demek. Rahatlayıp bıraktığım yerden ana dönmek, tabağımda ne varsa (mutluluk, sevinç, kaygı, boğuntu, heyecan, umutsuzluk, sıcaklık, kucaklayıcılık) ona eğilmek.


Böylece sürüp gidiyor üç dalda yüksek öğrenim, yavaş yavaş daldan hayata atlayarak.

13 Ocak 2017 Cuma

YUNUS

Bir güzel arkadaşım kitaplığının karşısında durmuş, beni düşünüp hissetmiş, seçtiği kitabı armağan etti: Yunus Emre.

Görüşmeyeli aylar olduğu halde eğilimimi, Anadolu kültürüne ilikten duyar olduğum yakınlığı, ilgiyi sezmiş gibi. Debelendiğimiz kör dövüşte bu topraklarda boy vermiş iyi filizlere duyduğum ihtiyacı sezmiş..

Kitabı bağrıma basarak eve geldim. İşi gücü bitirip güzel bir ışık altında ayaklarımı uzatıp onu ve gönlümü açtım, okumaya koyuldum.

Anadolu’nun bir kez daha altüst olduğu bir devir. Moğol akınları, Selçuklu Devletinin yıkılışı, kıtlık, kuraklık, yağmalar, açlık. Ve bu kapkaranlıkta doğan apaydınlık. Olanca hümanistliği, bir yanda alabildiğine pragmatik, diğer yandan sonuna kadar ruhaniliğiyle tasavvuf erbabı.

Irmakta yıkanıp güneşte kurutulan bez sadeliği, temizliği derken..

Batıni ile zahirinin Zen koan’laşarak bir araya geliverişi.

Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözü can gerek anlayası.

Dinlemeden anladık anlamadan eyledik.
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi.

Azık çıkınının içinde bir akıllı telefon bulunmayacak, gönülden akıllı bir Yunus, sıkışıp kaldığımız köşenin ötesinden neleri nasıl görürdü kim bilir?

Sağır işitmez sözü gece sanar gündüzü

Kördür münkirin gözü âlem münevver ise.

YOĞURT KASESİNDE FIRTINA


5 Ocak 2017 Perşembe

DİKENLİ TELLER

Gerçeklik, yanılsama olduğu unutulan yanılsamadır demiş filozof.

Gerçekliğimizin yasını tutarken hatırlamakta,


fotografı sabitlendiğimiz odağı ötesiyle birlikte içine alacak şekilde genişletmekte yarar var.