17 Aralık 2017 Pazar

İSTANBUL’UN ENERJİSİ

Şehrin üzerindeki baskılanmış enerjiyi hissediyor musun, diye sordu arkadaşım. Sesimi çıkarmadım.



Şehrin ya da başka bir şeyin “enerjisi” dediğin, ona atfettiğin kendi izlenimin. Bunun da yerine göre durumu ağırlaştıran bir yanı var çünkü hayata kendinle sınırladığın bir bakışın ürünü. Senin (genel geçer olduğunu varsaydığın ölçütleri arkana alarak) doğru bulduğun, beklediğin, talep ettiğin, infialle karşıladığın şey, hayat istediğin gibi gelişmediğinde ezici bir dirence yol açıyor.

Kendimi aradan çıkardığım, çıkarabildiğimde İstanbul’dan da her şeyden de azami tadı, yakıtı aldığımı çoktan keşfettim. Beklentilerin yerini olan aldığında.

Böylece ilginç bir İstanbul faslı daha yaşıyorum.





İki günlük bir uyumlanmanın ardından gidip şehrin en civcivli yerine, kentsel dönüşümün yüz yıl sonra nasıl anılacağını bazen merak ettiğim hummalı faaliyetiyle altüst bölgesine, Göztepe ve civarına daldım.

Göze olmasa da ciğerlere görünüşünü iri kepekli yulaf ezmesi biçiminde tahayyül ettiğim, her türlü eski inşaat malzemesi parçacığı, kim bilir ne cins virus, bakteriden oluşma yüküyle havayı yuta yuta karmaşaya adımımı attım.



Bitmiş yükselen blokların yanı başında yeni kazılan derin temel çukurları. Daracık yerlerde manevra yaparken kılcal damarlara dönüşmüş eski sokakları tıkayan koca çimento, hafriyat kamyonlarının altında karınca misali ezilivermeye karşı sürekli uyanık olma keyfiyeti. Ve zaten engebeli, çamurlu arazide kayıp düşmemek için de her an uyanık olmak. Kesilen geçitler, açılan yenileri, kapanan yolların arkasından dolanan olmadık koridorlar. Hele benim gibi birinde nirengi bırakmayan bir tersyüz oluş ve karmaşada eşitlenme.

(Faaliyetin görünmeyen yüzünde yıkılan binalardan ortaya saçılan böcek, fare, evsiz kalan sokak hayvanları, sürekli yükselişi kaldıramayarak orası burasından patlamaya başlamış altyapı ve aklıma gelmeyen daha kim bilir neler ile uzun vadeli sonuçlar var. Kısa vadede olumsuz görünen bir on, yirmi, otuz beş yıl, derken üç yüz yıl sonra nasıl bir görünüm alacak, nasıl anlatılıp anlaşılacak kim bilir. Bugün Otuz Yıl Savaşlarına, koca bir kıtayı kasıp kavurmuş karahumma salgınına nasıl bakıyor, o vakitlerin perspektifi dışında kalmış olumlu-olumsuz hangi sonuçlarını yaşıyoruz?)



Maruz bırakıldığı bu engelli koşuda şehrin alışılmış kalabalığıyla aramda yüreğimi ısıtan bir kader birliği hissederek atlayıp sıçradım, hoplayıp tırmandım. Öfkesi, isyanı gövdesinin bin misli küçücük, ufacık yaşam birimleri.


Bir hafta boyunca hiç değişmeden süren lodosla ışıl ışıl bir gökyüzü, kışın ortasındaki bahar havası, şenliğe kendi kontrastını ekledi. Burnumun arka duvarında kirliliği yakıcı bir hal alan şehir nefesine taze su, toprak, yaprak, çimen kokuları karıştı.

Arkadaşlarımla uzun uzun dışarılarda, park, deniz kenarı, kahvelerde oturdum. Kah seyrettim kah içine daldım, beklentileri, itirazlarıyla kendimi geri çekerek şehre kendi çay kaşığımı daldırdım.



Çok tat aldım, hayli de tükendim. O vakit geri çekilip bataryaları yeniden şarj etmek için gerekeni yapma özgürlüğüm var. Böylece İstanbul’la bu dilediğimde yerime dönüp oturabildiğim, dilediğimde salondan çıkıp gidebildiğim dans, saflığını her seferinde yeniden bulan bir keşif. Dört koldan ilerliyor.


Benim için İstanbul’un enerjisi de işte bu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder