2 Mart 2012 Cuma

COMPANY’S GARDEN, CUMARTESİ ÖĞLE ÜZERİ

Hava sıcak, gök mavi. Parkın üst üste binmiş yeşilliğinin koyu gölgeleri insanı birden diriltiyor. Avare adımlarım oradan oraya götürdü önce. Ulusal sanat galerisinin berisindeki gül tarhları. İlk kez şehrin içinde görüp bakakaldığım ağacın, levhası sayesinde ne olduğunu öğrendiğim eşi: Yeni Zelanda Noel Ağacı. İlk yemeğimi yarı baygın yediğim bahçe lokantasında kremalı bir kahve.

Sonra çıkışa uzanan gölgeli geçitte bir banka oturdum. Adımlarım kadar amaçsız, yönsüz bir içle. Dur bakalım, oturdukça bu içte de neler durup oturacak, dibe çökecek diyerek.

Seyrettim, kulak kabarttım. Gözledim. Yanı yöresinde eşi dostu, çoluk çocuğuyla geçip gidenlerin işi kolaydı. Birbirlerinin sırtını kaşır gibi zamanlarını karşılıklı biçimlendiriyorlar, çerçevesini çizip içini dolduruyorlardı. Yalnız yürüyen ya da oturanlarınsa çoğunun cep telefonu vardı bu iş için.

İnsanın kendinden koşar-kaçar adım uzaklaştıkça yapışıp kaldığı şu ekranlar. Oradan düşecek gıda kırıntısı için ağzını yüzeye dayarken derinliklere çoktan sırt çevirmiş balıklar gibi.

Bilmiyorum. Kendi yarenliğimden dipsiz bir haz aldığım vakitler benim için de gerilerde bir yerde kaldı. Ama girdiğim ekran perhizi sayesinde hiç değilse o ahbabı ne kadar özlediğimi hissedebiliyorum. Olmakla dolardı. Varolmaktı onu doyuran, besleyen. Zamanı içi bir şekilde doldurulması gereken upuzun, bomboş bir bağırsak olarak algılamazdı. Suya atılıp dibe çöken taş gibiydi zaman algısı. Yoğunluğu sıradan ahbaplıklarla kesintiye uğrasın hiç istemez, kendi kendine yeter de artardı bile.

Özlediğimi hissetmeye başladıysam belki de yakınlardadır. Yapıştığım ekranların yokluğunda öne doğru birkaç adım atmaya hazır.

Kim bilir. Daha iki dünya arasındayım. Bir başınalıkla yar bana bir eğlence-avuntu-oyalanma yavanlığı arasında.

Ama yok! Hiçbir ekran, ekrandan gelip geçen hiçbir şey beni senin gibi doyurmadı Öykücü. Geri gel. Daha doğrusu ben sana döneyim!


(Arkası yarın)
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder