5 Mart 2012 Pazartesi

CHAPMAN’S PEAK’TEN HOUT BAY’E

Pakistanlı rehber-şoförüm Vahit ile Fish Hoek’te Hint Okyanusundan içeri vurup Monkey Valley’de Atlas Okyanusundan çıktık. At çiftlikleri ve meraklılarının buralardan bindikleri atları dörtnala kaldırdıkları sıkı kumlu dümdüz, müthiş plajın üzerine yükselerek Afrika’nın ve dünyanın da en güzel kıyı yolları arasında sayılan güzergahta Chapman’s Peak’e geldik. Dağların denize güm diye indiği yamaca açılan yol, heyelanlarla fazla can almaya başlayınca iki yıl boyunca kapamışlar. Sonunda yamacı perdeleyip en tehlikeli yerinde yolu çatı altına alarak yeniden açmışlar.

Ne de iyi etmişler. Yanağın dağlarda, o dağlar kıvrak bir kavisle alçalıp suya inerek koyu, Hout Bay’i oluşturduktan sonra karşıda bir kez daha yükselerek çizdiği kanat kanat burunla Cape Town’a doğru gözden kaybolurken okyanusun bu işe nasıl karşılık verdiğini seyretmek insanın içini hop ettiriyor. Körfezi, çanağını ve bu çanağı dolduran denizi.

Vahit’e bir township görebilir miyiz diye sormuştum. Grupları götürdüğümüz belli yerler var ama bir iki kişi ile bunu yapmıyoruz, dedi. Güvenlik nedeniyle. Bir yanıyla rahatsız edici, incitici bir merak tabii bu. Hayvanca koşullarda yaşayanları hayvanat bahçesi gibi seyretmek. (Başka bir yöndense, insan işlerinde hep olduğu gibi, şişi çeviriş biçiminiz durumu tümden değiştiriyor. Aynı ziyaret bir turizm acentesinin dilinde, bu insanların yaşam koşullarını dünyaya tanıtıp mücadeleleri ve gelirlerine katkı sağlayacak neredeyse soylu bir edim haline getirilebilir. Vicdanlarının rahatını düşünenler için herhalde getiriliyordur da.)



“Ama Imizamo Yethu’ya kıyısından bakabiliriz.”

Hout Bay’in hemen girişinde, teneke kasabaya giren yolun karşısında durduk. Bir çöl fırtınasının gökten yağdırdığı döküntü yığını gibiydi. Teneke, tahta, plastik, ne bulunmuşsa derilmiş, baş sokulacak dört duvar ile çatı çatılmış, insanların omuzlarını içe çekerek dolandığı kargacık burgacık geçitler hariç bırakılarak dip dibe getirilmiş.

Cape Town’a mesleki tecrübe kazanmak için gelip aradığından da fazlasını bulduğunu gözleri ışıldayarak söyleyen hosteldeki Kanadalı travma cerrahı, township gezmeden dönmememi öğütlemişti: “Hayatın o koşullarda normal akışını sürdürmesini görmek şaşırtıcı. Anneler çocuklarının saçını örüp okula hazırlıyor, misafirler ağırlanıyor, çamaşırlar asılıyor.. İnsan normalliği yeniden sorguluyor.”

Yamaca doğru yayılıp giden bu kasabada kimi kaynağa göre yirmi bin, kimine göre bundan çok daha fazla yaşayan var. Yolun aşağısında, Hout Bay’in adamakıllı varlıklı beyaz nüfusuyla aralarındaki toprak mülkiyeti, altyapı hizmetleri gibi çözümlenemeyen yaşamsal sorunlar, çatışmalarla burun burunalar. Sıkışıp kalmışlığın, öfkenin, kinin suç atakları siyahlardan beyazlara kırbaç gibi şaklarken beyazların karşılığının da geri kalmadığını okudum. Gündüz ve gece, siyah ve beyaz burada mecaz değil, aynı toprağı paylaşan iki kutbun dümdüz adı.

Apartheid’ı yaşamışlara (beyazlara) denk geldikçe öncesi ve sonrasını sordum. Yanlışlığı elbette hissediyordun ama içine doğduğundan bunu dünyanın düzeni gibi alıyor, neresinden nasıl karşı çıkacağını bilemiyordun oldu aldığım ortalama cevap. Sonrasında, eşitlik ve özgürlüğün dişe diş bir mücadele ile ilke olarak getirildiği her durumda olduğu gibi statüko, yenisinin inşasına kadar sıradan insanların gündelik hayatları üzerine çökmüş. Siyahlar ve renkliler, ayrımcılıksa ayrımcılık, o vakitler hiç değilse bir işimiz vardı, karnımız doyuyordu derken beyazlar da işe almada siyahlardan yana uygulanan ayrımcılıktan şikayetçi. “Geldiler ve işlerimizi elimizden aldılar!” Siyah evsizlere Apartheid’ın kaldırılmasından bu yana artan sayıda beyazlar eklenmekteymiş. Apartheid sonrasının bir sonucu da şiddetin, ortak düşmanı ortadan kalkan farklı etnik ve siyasi siyah topluluklar arasında alıp yürümesi olmuş. Mücadelenin mimarı Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ise, iktidarın kaçınılmaz yozlaştırıcılığına çoktan kapılmış ve bu haliyle yeni dönemeçte kendisinden bir şey umulamaz halde olduğu söyleniyor.

Evet, bütün bunlarda yeni hiçbir şey yok ama bu yavan gerçek, kayıtsızlığını sıkıca silktiği insanın insanlığından utanç ve öfke duymasına engel olmuyor.

(Öte yandan, şöyle kıyıdan bir ziyaretle aslan kesilmek kolay. Imizamo Yethu’da yaşayan bir siyah değil, aşağıda Hout Bay’e yayılmış bir beyaz ve Antjie Krog ya da Steve Biko gibi bir istisna değil de olanca kaypaklığı ile sıradan insan olsam, bu ahvali tenim gibi ak ve helal görüp göstermenin yolunu fazla da aramadan bulur, öylece yaşar giderdim.)

Çocuk ya da maymundan farksız insan zihni işte; alev saçan dikkatim, yolun zengin beyaz evleri arasından dolanan devamında yeni bir hissedişle bu yeni sahneye kaydı. Pazar gününün cümbüşüyle kaynayan limana indik. Lokantalar adam almıyordu, plaj da öyle. Dalgakıranın beri tarafında, demirlemiş rengarenk tekne, nüfusa eklenmesinde yadırganacak bir yan olmayacak kadar insanlarla yüzgöz olmuş foklara para karşılığı snouk artığı atan yerliler ve para verip bu gösteriyi seyredenler ile yat limanı ayrı şenlikti. Bunca renkten sarhoş, bir uçtan ötekine yürüdüm. Kırmızı tişörtleriyle bir grup Xhosa, çanaklarını yere koymuş, marimbaların, cembelerin başına geçmiş, kıvamını sıkı tutturdukları ritmi kaynayan müziklerini yapmaktaydı. Durup dinledim, seslerini kaydettim.



Arabasının yanında rehberlerin gayet iyi bildiğim o “Tamam iyiydi ama bitse de gitsek artık” kanıksamışlığıyla etrafı seyreden Vahit, “Çok kalabalık, buraya hafta arası gelmek gerek” dedi.



Bense kalabalığı bazen severim, çok severim hem. Heyecanı körükler, insana vites yükseltir, bir güzel esrimenin de iksirini sunar.


(Arkası yarın)

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder