10 Ekim 2017 Salı

SAVUR

Hayat ile Leo’nun kulübelerine kapatılması epey zor oldu. Bugün de aynı mücadeleyi vermemek için kapalı kaldılar. Koca evi korumak yavruları Havil’e düştü. Beni taraçada görmesiyle mesaisine başladı. O paralana dursun, flütümü çıkardım. Bir an şaşırır gibi olduysa da hırlayıp bağırmaya devam etti. Bunun üzerine müziği bırakıp şansımı seslerle denedim. Tiz, patlamalı sesler ilgisini çekti. Peslere aynı tepkiyi vermedi. İletişim kurmaya çalıştım. Dinleyip çeşitli cevaplar denedim, bu benden, sen ne dersin diye bahisler açtım ama Havil’in önce görev anlayışı, deneyi uzaylılarla iletişim kurmaya çalışmak kadar sonuçsuz bıraktı.

Ev sahiplerim mi?

Bir yanda Havil, bir yanda ben, hayatlarına hayli ses getirdik.

Masmavi, diri bir güz günü daha. Esinti güneş vuran yüzümü yalıyor.

Havil de ben de sustuk.

Kuş sesleri, uzak havlamalar, sayfaların hışırtısı.

Sessizlik.

*
Her gün 1,5 km öteden seyrettiğim Savur’a. Rehber, işini gücünü bırakıp gelen (“Ne demek! Eşref Abi gece yarısı arasa koşar gelirim”) genç bir adam, Murat.



Dar sokaklar, geçitlerden kıvrılarak Savur’un kurulduğu yamacı çıktık. Eyvanı han olarak kullanılmış Hacı Abdullah Bey konağının kapısını çaldık. Nezihe teyze bizi içeri aldı. (Ziyaretçi kabul eden tek konakmış.) Galoşları ayağımıza geçirip odadan odaya geçtik. Kalın taş duvarların ha dedin mi ısınıverecek iç mekanları büyük bir aile ve ziyaretçi kalabalığını barındırmak üzereymiş gibi sergilenmiş. Sedirler, sekiler, yer sofraları oturulmaya, mangallar yakılmaya, sandıklar açılmaya, üzerinde yün yorganlarıyla demir karyolalar ve beşik yatılmaya hazır. Oysa kalabalık çoktan çekilmiş. Kazanlar kaldırılmış, durmadan yanan ocaklar yerini ufaltılarak dönüştürülen bir mutfağa bırakmış.



Çatıya çıktık, soluğum kesildi. Karşı yamaçtan bütün Savur’a ve ötelere çepeçevre bir bakış. Berrak göğün ikindi ışığı altında ışıl ışıl. Tepeden aşağı pul pul yayılan görkemli konakların, taş minarelerin arasında renkli kasaba evleri. Bu bakış Savur’a iyi bir giriş. 

Geldiğimizden farklı bir yoldan, ziyaretçi kabul etmeyen konakların (kimi aslına sadık kalırken kimi çelik parmaklık-füme cam salgınından nasibini almış eklerle genişletilmiş, pencereleri Pimapenli), yabani gür yeşil bahçelerin, yıkık evler ve şimdinin dört duvarlarının arasından indik. Kahvede oturup çay içerken Murat Savur’u, Savurluları anlatmaya devam etti. Nihayet 10-15 yıl önce bitirilen kan davaları ile yoksul halkın kanını emen beylerin hükümranlığının kırılmasında Eşref bey ile babasının adı bir kez daha geçtiğinde, Savur’a tayin edilen kadı dedesinden ona dek ailesinin üç kuşağının yörede bıraktığı izin, etkilerinin derinliği belirginleşti. “Beylere Eşref Abinin babası karşı durdu, fakir halk da ondan cesaret alıp arkasında oldu.” Haksızlığa, zulme karşı susmayan, insanlarının esenliği için durmadan mücadele etmiş, dört bir yandan hayır duası alan bir baba, oğul ve torun. Eşref bey olanca tevazuu ile “Yok canım” dese de dengelerin bu kadar oynak olduğu bir bölgede yirmi yıl boyu halkın kesintisiz desteğini –gönüllerini kazanarak- almak az şey değil. Bir ömre dört beş ömürlük yaşantı sığdırmış, daha da sığdıran başlı başına bir şahsiyet Eşref bey. İnce, güçlü, adil. İlginç bir “kendine rağmen” lider. Hikayesi yazılmalı bir gün.



Biz kahvenin önünde otururken sokağın alt ucunda bir topluluk belirdi. Oraya buraya uğrayarak yokuşu çıkıyorlardı. Savur’un yerine kayyum atanan HDP’li belediye başkanıyla (yargılanmış, aklanmış) meclis üyeleriymiş. Ayşe hanım sivil giyimli iki kişiyi gösterdi. “Polis. Burada biraz kalınca kimin ne olduğu anlaşılıyor.” Telsizini saklamaya pek de özen göstermeyen biriyle önümüzden geçtiler. Onları üzerimize doğrultulu uzun namlusuyla bir zırhlı araç izledi. Önümde dikilen düzgün sakallı genç bir siville irkildim. Dik bir sesle kim olduğumu, ne yaptığımı, fotograf çekmek için emniyetten izin alıp almadığımı sordu. Bir yere oturtamadığım bu sorgulamayla ne yapacağımı çıkarmaya bile çalışamadan Murat araya girdi. Öteki cevap vermeden kafasını salladı, çekip gitti. Ne hakkı, hangi hukuk, şimdi bir de üzerine tuz biber eken OHAL ile? Kafa tutan azınlık, otoriteye boyun eğmenin, uymanın, bulaşmamanın iliğine işlediği çoğunluk (o kısa anda içimde hangisinin hakim olduğunu, hangisinin de ortaya çıkmasına özlem duyduğum bir potansiyel olarak durduğunu ayan beyan bildim) ve ipini bu ikisi arasına gererek çoğu blöften ibaret güç oyununu sürdüren iktidar cambazları.




Eskiden beylerin kahvesi ahalininkinden elbette ayrıymış. Aralarında husumet olan beyler bile iki dirhem bir çekirdek, aynı kahveye gidermiş. Mardin’de iki yıl sonraya gün veren Ermeni terzilerden pahalı kumaşlarla giyinir, kıyafetlerini İstanbul’dan zamanın modası fötr şapkalar, kunduralarla tamamlar, ciğeri beş para etmezler bile böylesine ayrışmış kıyafetlerin cilasını çektiği satın alınmış otoriteleriyle halkı çalımından geçilmeden ezermiş. Dayanaksız güç düdüğünü, birinin çıkıp blöfü görerek kağıttan kaleleri dağıtacak bir “Hadi ordan!” demesine kadar öttürmüş. Meydan okunmadıkça gücün parodisi bile yetiyor diyeceğim ama hangi güç sonunda blöfe, gözdağına ve güç olarak görülmesinde karşılıklı uzlaşmaya dayanmıyor ki?

YEŞİLSU





Ortasından Savur çayının aktığı vadiler kavak ve meyve bahçeleri, bağlarla yemyeşil. Ekin tarlalarının sarı yamalarıyla kat kat, dalga dalga yeşil. Akşamüzeri çayın bir kolu üzerindeki mesire yeri Yeşilsu’ya çay içmeye gittik. Salkım söğütlerin, çınarların yansımaları arasında ördeklerin dolandığı durgun, serin-yeşil gölgeli bir su kenarı. Onca kuruluğun ortasında hoş bir sürpriz. Birleştirilmiş masalar etrafında bir erkek topluluğuyla aşağıda tek tük kadın dışında suya uzanan ve dallar arasındaki yer minder-masalı derme çatma sekiler boştu. Kız isteniyormuş. Yabancı değil, aile arası. Sonradan hem gelin hem damat adayının ninesi, tavşan lakaplı, cin gibi olduğu söylenen yaşlı kadın yanımıza gelip hal hatır sordu. Akraba arası evlilik hâlâ yaygın olsa da geçmişte mal varlığının bölünmemesi dışında bir de kan davalarından ötürü zorunluluk haline gelmiş. Karşı aileden kim o düşmanlığa, gerilime göğüs gerebilirmiş ki?




(Arkası yarın)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder