5 Nisan 2013 Cuma

TESADÜFEN MUTLULUK



Daniel Gilbert’ın mutluluğu  aradığımız yerde bulamama nedenlerini ele aldığı ilginç kitabı Stumbling on Happiness’ten aldığım notlar.

Savunma sistemi ve bir durumla baş etme rahatlığı arasındaki ters orantı. Savunma sistemini ancak belirli bir eşiği geçen nahoş uyaranlar harekete geçiriyor. Ve bundan sonra onlarla baş etmek daha kolay. Bunun sonucunda mesela bizzat maruz kaldığımız bir hakaretle (savunma sistemimizin yardımıyla rasyonalize ederek) baş etmek, tanık olduğumuz aşağılamalara kıyasla daha kolay oluyor.

Aynı nedenle küçük kusurlar büyüklerinden daha fazla batıyor!

Rasyonalize edebilmek çok önemli. Bu bahaneler bulmayı da içine alıyor. İş başvurumuzun bir kurul mu tek bir kişi tarafından mı geri çevrildiği bu açıdan belirleyici. Tek bir kişinin kararını yanılgı vb olarak saf dışı edebiliriz ama oybirliğiyle bizi “beğenmeyen” bir kurulunkini edemeyiz.

Rasyonalizasyon savunmaların en etkililerinden. Yaptıklarımızdan ziyade yapmadıklarımızdan pişmanlık duymamızın nedeni de o. Yapılanı açıklayabilir, en azından bir kazancımız olduğunu öne sürebiliriz: Ama bundan da şunu edindim-öğrendim. Yapmadığımız içinse bu yola başvuramayız.

İnsanın doğal eğilimi açıklama bulmak. Açıklanabilen bir şeyin duygusal etkisi hissedilir ölçüde azalıyor ama açıklama, yaşantının gazozunu (duyulan mutluluk ya da tatmini de azaltabiliyor). Çünkü beyin “işlediği” (açıkladığı) bir şeyi dosyası kapanmışlara ekleyip hafızanın rafına kaldırırken açıklayamadığına “bitmemiş iş” muamelesi yapıyor ve bu bir tarafını oyalamaya devam ediyor. Açıklanmamış/açıklanamayan şeyler aynı zamanda ender. İşin hoş tarafı, dosyanın kapanması için açıklamanın yeterli ya da doğru olması bile gerekmiyor; yanlış ve sadece açıklama izlenimi yaratması bile yeterli.

İnsan yakınlarını daha kolay affedebiliyor, değiştiremediği durumlara daha rahat katlanabiliyor. Çünkü bunlar artık “bizim” ve bizim olanı katlanır kılmaya daha fazla çaba-akıl hasredebiliyoruz. Bu nedenle seçim özgürlüğü iyi ama savunma eşiğimizi henüz geçemediğinden değiştirilebilir seçimlerimizden artık değiştirilemez olanlara kıyasla daha az memnun oluyoruz. (Bir başkanın adayken yapacağı bir hatayı ona oy vermemekle cezalandırırken başkanlığında bu kadar tepki göstermememiz, kardeşimizi bir yabancıdan daha kolay bağışlamamız, her gün geç gelen bir çalışana tahammül ederken işe başvuran birinin 2 dakikalık gecikmesine dayanamamamız..)

Geleceği öngörmemizde düştüğümüz tuzakların en önemlilerinden biri (bu aslında genel bir akıl yürütme tuzağı!) hesabımıza olanları katıp olmayanları katmamak. Örneğin bir mucize ilacın kaç kişiyi iyileştirdiği (bu sayı bize kayda değer geliyorsa) onun gücü üzerine hüküm vermemize yeterli. Peki kaç kişiyi iyileştirmedi? Çok yakınımızı kaybettikten 2 yıl sonrasını aynı ağır kederle, yaşayacağımız travmayla canlandırıyoruz. Peki ya travmanın etkisi dışında da sürecek hayatımız? Basit zevkler, katılacağımız hoş toplantılar vb vb.


Geleceği öngörürken dayanağımız hafıza. Ama hafıza da kesintisiz ve tam bir kayıt değil. Bir olaydan parçalar seçiyor. Hatırlamak gerektiğinde de bu parçaları bulunduğumuz ana göre yeniden bir araya getiriyoruz. Parçaları nasıl topluyoruz? Sıradan olmayanları gözetiyoruz (sonra da bunları sık yaşanmışlıkla karıştırıyoruz. Normalliği kaydetmiyoruz. Bu da sözgelimi hep bizim girdiğimiz kuyruğun en yavaş ilerleyen olduğu yanılgısına sürüklüyor). Bir olayı sonuyla kaydediyoruz (kötü biten bir aşk hikayesini öncesi değil de finaliyle hatırlayışımız).

İnsanın uyarım eşiğini geçebilen mutlak değil, görece algı: farklılaşmalar. Dünya yıkılırken uyuyabilirim ama sessizlikte işitilen hafif ayak sesleri beni uyandırabilir. Bir radyo alırken 50 lira ucuzu için şehrin öbür ucuna gidebilirim ama söz konusu bir araba almaksa aynı miktar için gitmem.

Şu andaki halim geleceğin hayal edilmesine kaçınılmazca yansır. Tokken alışveriş yapmak..

Tıpkı kopyalanmalarını kolaylaştıran sistemleri teşvik eden genlerin yaygınlık kazanması gibi, inançlar da dayanacakları sistemleri güçlendiriyorsa yayılma eğilimindedir. Doğruluk ya da sağlıklılık ikincil. Çocuk sahibi olmanın sevinç getirdiği inancı gibi. Ya da çok para kazanmanın mutluluk demek olması. (Bunların, dayandıkları sistemin –ekonomi, hayatın devamlılığı- sürebilmesi için kılık değiştirerek insanı en zayıf yerinden, “mutluluk ihtiyacından” yakalamaları gerek. Yaptıkları da o oluyor.)

Şeyleri evet ama zamanı hayal edemeyiz, bu da bizi onu önce hayal edebileceğimiz bir şeye, harekete çevirmeye zorlar. Böylece doğrusal zaman anlayışı ortaya çıkar. (Lineer gelişim yanılgısı..)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder