9 Kasım 2017 Perşembe

SABAH YÜRÜYÜŞÜ –III

Toprak yolun son yağmurlardan kalan su birikintilerinde sonbahar yansımaları, pas tonlarına bürünmüş düzlükten Flamingo Yoluna devam ettim. Başını kaldırmana gerek yok, güz yerle birdi.



Aklımı, kayışını çıkardığım genç bir köpek gibi serbest bıraktım. Ne bir yavru gibi ele avuca sığmazdı ne de yaşlısı gibi miskin. Hava kadar diriltici, onun kadar da tatlı sıcak, oraya buraya seğirtti. Sonra da yatıştı, peşim sıra gelirken pek sessizdi. Sakin.



Depresyonda yürüyüşü boşuna önermiyorlar. Ritmik hareketin düzenleyici, yatıştırıcı bir yanı var. Ama benim şimdiki yürüyüşüm öyle değildi. (E, zaten depresyonda da değilim.) Elimde kamera, gözümle köpek-akıldan daha fazla öteye beriye gidiyordum.







Derken fotograf çekmeyi de bırakıp hızlanmadan yürüdüm. Keçi sürüsü şimdi uçurumun karşı tarafındaydı. Çobanları kadının elinde cep telefonu mu olduğunu merak ettim.

Dönüş yolunda bir müşkülümün kafamda kendiliğinden açıldığını fark ettim. Bir süredir girdiğim kuvvetli iritasyon krizlerinin..

Böyle diken üzerinde, sinir olarak, karşındakini itip kapanarak, öfkeyle karararak aslında kendini incitiyorsun.

Ne kadar daralıyor, körleşiyorsun. İçin, herhalde dışın da, çirkinleşiyor, kirlettiğinden çok kirleniyorsun.

Sustum, kulak kesildim. İçtenliği, usulcalığı, isabeti şaşırtıcı bir içgörüydü. Ve kaynağı ego olmayan hakiki bir içgörünün yaptığı gibi can alıcı bir gerçeği lafı hiç dolandırmadan ama canını da yakmadan duyurmayı bildi.

Derdin karşındaki değil, dayanamadığın kendinsin öyle vakitler.



Taş gediğine oturuverdi.

Ruhuma saplanmış, günlerdir gevşemek bilmeyen bir kramp çözüldü gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder