7 Kasım 2017 Salı

DUR HELE

Sabrım taşmak üzere, tüylerim diken diken, bir süre dört döndüm.

Silahları kuşanıp restler çekme, işi bir güç savaşına dönüştürüp galibi çıkarak bunaltıyı savuşturma fantezilerine kapıldım.. (Kendi kendimi soktuğum çıkmazın umarsızlığı burada; güç savaşları hiçbir zaman çorbam, değil kazanmayı, oynamayı öğrenebildiğim bir oyun olmadı.)

Bu tepkide bir terslik, işe yaramazlık olduğu hissini arkadan arkaya duyarak yattım, katılığından rahatsız.

Kauçuk niteliğini kaybedip sertleşen lastik imgesi ve yumuşamış bir içle uyandım. Rahatla diye fısıldamaktaydı bir yanım diğerine. Katılaşıp kapanmak düğümü sıkılaştırmaktan başka işe yaramayacak. Şu ne fren tutan ne hızlanmak bilen kötü lastikler misali halden çık. Bırak hayat senin tasavvurlarının (kendine hak bildiğin tepkilerin –ah, o kendine hak bilmeler yok mu, zehrin önde gideni!) ötesinde gelişsin. Bak bakalım neler getiriyor, götürdükleri neler. Ne kadar esnek olur, benim dediğim! diye diretmezsen o kadar seçenek görürsün.

Kapılıverdiğim infialin, ilişkiyi havalandırmak yerine damla damla biriken bir sıkıntı haline getirmenin, egzozunun yavaş yavaş tıkanmasına aldırmadan aynı yolda gitme sonucu olduğu o vakit dank etti.

*
Böyle berraklaşma anları elbette iyi ama düğümlerin bir seferde oluşup çözülüverdiği polisiye dizilerdeki gibi de olmuyor. Nahoş hal, tepkisellik, ona bakış değişmekte bile olsa sürebiliyor.


O zaman da hüner onu barındırmakta galiba. Anında ortadan kaldırmaya, başka uğraşlarla gölgede bırakmaya, görmezden gelmeye yeltenmeden olmaya bırakmakta. Hikayelerinden, getirdiğin açıklamalardan soyarak saf bir fizyolojik hal çıplaklığında yaşamakta. İman tahtanda dalgalanan bir çalkantı, sesini bulamayan bir çığlık olarak.


Varlığını sakince tanımada. Dürtüsüne uymadan, derindeki meramını analizlerle, savunma ve saldırılarla boğmadan kulak vermede.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder