10 Ağustos 2017 Perşembe

SIĞ BİR MEZAR HİKAYESİ

Kedi, ısrarla memesine yapışıp dürtükleyen yavrusunu bir kere daha itti, bu sefer hemen ardından ben seni yine de seviyorum dercesine yalamadı ama. Sıcaktan bezmiş, kalkıp su kabına gitti, içip az öteye serildi, yavru da peşinden memesine davrandı. Ana onu daha da sertçe itip birden doğruldu, yola doğru dikkat kesildi, burnu hızla çalışıyordu, fırlayıp gitti. Çok geçmedi, diğer yavrunun cansız bedeniyle geldi, verandanın kenarına çıkarıp hummalı bir çabayla orasını burasını çekiştirmeye, yalamaya, etrafında dört dönmeye başladı. Diğer kardeş ona katıldı. Yavru yeni ölmüştü, yumuşaktı daha ama gözlerinden (lacivert başlayıp yekpare maviye, ardından alacalı elâya dönmüş, dünyaya hep sanki bir kuşku ve güvensizlikle bakan o ufacık gözlerden) feri ve rengi çekilmiş, neredeyse pişmiş bir balığınki gibi aklaşmış, ağzından kan sızıyordu.

Aşağı indiğinde babama gösterdim, yaraya bakıp tipik, dedi, boğulmuş.

Başka bir hummalı faaliyet de bununla başladı. Halledilecek bir işin görüş alanına girdiği her seferindeki gibi zembereğinden boşanan babamın peşinden bahçenin güneş alnındaki köşesine seğirttim. Burası olsun mu, dedi taflanın dibini gösterip. Daha yeni silinmiş, çıplak gövdesi ter içindeydi. Çok güneş, gölgeye gidelim dedim. Alet? Eve dönüp bir mala kaptı. Pek olacak şey görünmüyor ama.. Malayı zorla elinden alıp sert, kuru, taşlı kızıl toprağa giriştim. Yerin imkansızlığını babamın bile görmesiyle eski bahçe musluğunun dibinde karar kıldık. Burası hiç değilse nemli, yumuşaktı. Malayı elimden çekip kan ter içinde gıdım gıdım kazmaya devam etti. İşe kilitlenmiş, daha da duymaz, dinlemez, anlamaz olmuştu. Kedi için kazmaya çalıştığımız mezara ondan önce yuvarlanıvermesinden korktum.

Kararlı, otoriter bir sesle dur diye haykırdım, gidip kazma kürek getireceğim. Sitenin yangın duvarından kızıl saplı upuzun bir kürekle keser alıp döndüm. Babam beni iterek bunlara davrandı. Sonunda iletişimden tamamen yoksun, gayet uyumsuz bir dansla toprakta sığ bir oyuk açtık. Kedilerin yaygı olarak kullandığı örtüyü istedi, kefen niyetine küçük ölüye sardı. Üzerine biraz toprak. Keserle küreği geri götürüp döndüğümde pabuçlarıyla birlikte ıslatıp çamur ettiği toprağı, bir işi daha bir an evvel halledip geride bırakma ihtirasıyla çiğnemekteydi. Sırılsıklamdı, perişan bir hali vardı ama iliklerinden de derinlere işlemiş, eldeki meseleye ve etrafa kör-sağır, bu telaşlı sabırsızlıkla dipdiriydi.

Savaş meydanına dönmüş verandayı toparlayıp koltuğa çöktüm.

Kedi az önce bıraktığı yerde yavrusunun kokusu etrafında dönüyordu, oradan paspaslara, yavruların üzerinde uyuduğu minderlere gidip gidip geldi. Kalan yavru, patisini ananın yüzüne dayayıp boynunu, başını yaladı durdu. Ona teselli maması verdim, titreyerek yumuldu.


18 Haziran’da bir Şafak Operasyonuyla, doğup terk edildiği komşunun boş beton çiçekliğinden aldırdığım yavrunun kısa hikayesi işte böylece son buldu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder