27 Ağustos 2017 Pazar

KUZEY YELİ

Akımına et deşen sığır sineklerini de katarak içlerden gelip dağları aşan kuzey rüzgarı üç gündür ortalığı kasıp kavuruyor. Sıcağı, kışın da soğuğu için söyledikleri kadar keskin, kupkuru. Metalik. Cehennemde rüzgar varsa bu olmalı. Teni meşine çevirirken sinirleri yay gibi geriyor. Havayı solunmaz yapıyor. Esmediğinde havadan kalan, göğse çöken bir ağırlık oluyor. Gecesi de gündüzü de bir, kızıl bir cehennem.

Bir de elektrikler kesildiğinde kendini dışarı atmanla hiçbir ilacın işlemediği yamyam sineklere yem oldun mu tamam.

Sabah kuş tüyleri bu rüzgarda girdaplanıyordu. Siyah beyaz, avuç avuç. Azgın bir yastık savaşından arda kalanlar gibi her yanda. Belli ki irice bir kuşun. Yukarıda, merdivenlerde, verandada. Mama diye ayağıma dolanan kedileri savuşturdum. Sonra da gidip mamalarını verdim. Plan bu değil miydi? Başınızın çaresine bakın, üstü benden. Şimdi kuşa vd insanca bir acıma ve kedileri cezalandırma gibi saçma bir dürtüden hareket etsem gidip daha fazlasını öldürecekler. Kimseyi öldürmesinler diye bütün ihtiyaçlarını karşılasam bir başlarına kaldıklarında kendileri ölecek. Bu önce öldüren yaşar zincirine neresinden müdahil olsan sonuç değişmiyor anlaşılan. Hayatta kalacakları kaprisli bir süreliğine seçebilmen dışında.

Kuzey yeli için üç gün sürer derler. Başladı mı zaman da hareket de durur. Yaşam, canı çekilen havada asılı kalır. Rüzgarın değişmesiyle derin bir nefes alır, kaldığın yerden yaz sıcağına dönersin. Bakalım gün bugün mü.

*

Kayıp/ayrılık acısı, karmaşa bir kez durulduğunda yanımda ya da hayatta olmayan bir sevdiğimi susup yöneldiğim içimde buluyorum. Derinlemesine özümsenmiş, oradaki varlığı özlemeye yer bırakmayacak kadar hissedilir, doyurucu.


Uzak/uzakta yaşamanın getirdiği bir yeti belki, bilmiyorum, ama yüreğime aldığım kimseden yoksun bırakmıyor beni.

1 yorum: