27 Şubat 2016 Cumartesi

UFALA BENİ

Ne çok konuşuyor. Çok da sevdiğim biri. Renkli, zeki.

Yine de, durmadan konuşan kim olursa olsun, bir süre sonra konu arka plana kayarken miktar ve karşısındakini hiçe sayan dayatılma biçimi öne çıkıyor ve ben aşama aşama dönüşüyorum.

Uyuşmaya başlayan zihnim kaynar suya atılan bir marul yaprağı gibi pörsüyor. Canlılığını kaybediyor. Oradan ayrılma dürtüsü bile yok oluyor. Donuklaşmanın ileri bir safhasında moleküllerine ayrıldığını, bir esintiyle dağılıp gitmenin eşiğinde olduğunu bedenim de hissediyor. Ne oradayım ne kendi içimde. Sahneden siliniyor, buharlaşıyorum.

Nihayet bittiğinde tükenmişliği üstümden atmam zaman alıyor.

Belki üç dakikadan uzun süre kesintisiz anlatacak şeyi olmayan biri oluşum da dengeyi aleyhime bozuyor, bu tahterevallide hep havada kalıyorum.

Ama nasıl bir şey durmadan konuşmak? Saatlerce konuşmaya değecek bunca şey bulmak? Bunun karşıdaki için de dinlemeye değer olduğunu varsaymak?

Karşıdaki?

Çok konuşan için muhatap, başkalarıyla değiştirilebilir bir şey. Yerime herhangi biri, bir ayna, duvar, şişme bebek de olabilir. Bir alışveriş, karşılıklı akış olmayışıyla ben doldurulacak bir kaptan ibaretim, bu da maruz kaldığım gevezeliği burnum kapatılmış da ağzımdan içeri zorla akıtılır gibi hissetmeme yol açıyor.


Arkadaşça bir tecavüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder