17 Şubat 2015 Salı

OLGUDAN ALGIYA

Cüneyt Özdemir, taziye çadırında Özgecan’ın başta babası, ailesiyle konuşuyor.

Baba, olanca acı, karmaşa içinde onu savrulup gitmekten alıkoyan bir noktaya odaklanmış.

Dipsiz bir içtenlikle cevabı olmayan sorularını soruyor.

Sesli düşünüyor.

Kızının başına gelenin gaddarlığın ilk örneği olmadığını söylüyor.

Ama onun kadar masum birçok başkasının uğradığının olgu olarak kaldığını, Özgecan’la algıya geçtiğinde, işte insanlara o zaman dokunduğunu, silkeleyip sokaklara döktüğünü.. Belki de mucizenin bu olduğunu.

Evet. Kim bilir hangi şartlar hizalandı ve Özgecan’ın hunharca katli bir haber olmaktan çıkıp boyutlandı, parçalanıp yakılmak üzere ete kemiğe, insana büründü ve geldi, kalabalıklara dokundu.

Bir şeyleri toplumsal olarak değiştirmeye başlayacak bir hareketin belki de çırası oldu.

Öfke. Deyip geçmemek lazım. Oyunun bir tarafı ezen kuralları onun silkeleyişiyle değiştirilmeye başlıyor.

Özgecan’ın yok edilmesi böyle bir başlangıca yolu açacaksa babası aradığı hikmetin belki de bu olduğunu kabul etmeye hazır.

Ama onun gözü daha öteye çevrili, savrulup gitmekten alıkoyan, odağını felaketin ortasında bile yerinde tutan bir noktaya.

İnsanlar idam cezası geri gelsin, suçlular işkenceyle azar azar öldürülsün haykırışlarıyla adalet talep ederken, baba, kurşun gibi ağır ama aydınlık kalabilmiş yüreğiyle, elbette en ağır cezayı almalarını istiyoruz, diyor, ama çözüm bu değil. Çözüm sevgiyi ve saygıyı öğrenip öğretebilmek.


Olgudan algıya, öfkeden ötesine fersahlarca yolu zorlukla seslendirebildiği birkaç cümlesinde alıyor, aldırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder