19 Ocak 2011 Çarşamba

SIĞLAŞMA III

İnternet-bilgisayar kullanımıyla haricileştirdiğimiz, zihinsel bir kapasite olmakla kalmıyor. Karşı tarafta bize bu hizmeti sunanlar arasında kıyasıya süren rekabet daha iyi düzenlenmiş, daha fazla içeriğin daha da hızlı akmasına yol açıyor. İnsani ölçekten çoktan çıkmış bir sürat de dönüp kendini uyulacak tempo olarak dayatıyor. Tıkladıkça sistemi geribesliyor, bize hizmet edeceği söylenen süratin tırmanmasına hizmet ediyoruz.

Nicholas Carr, kitabında İnternet kullanımının sosyo-psikolojik yanına fazla girmiyor ama kişisel deneyimlerle de sabit olduğu gibi kendi güçlü bağımlılığını yaratıyor bu. Sosyal ağlar vb.’nin verdiği, “bağlantıda,” bir gruba ait olunduğu hissi anlık doyum sağlıyor. Bu hızda süren ilişkiler de tıpkı iletim araçları gibi herhangi bir şeyin serpilmesine elverecek zaman tanımıyor. Kişinin kendini ifadesi bir iki saniyede tüketilecek kısaltmalar, kalıplarla belirlenen yeni bir dile sınırlanıyor. Niteliğin yerini çokluk, derinliğin yerini sıklık alıyor.

Bağımlılığın adına yeni bağımlılığı da denebilir. Carr’ın da söylediği gibi, çoğunlukla dişin kovuğunu doldurmayacak şey, ıvır zıvır olduğunu bilsek de huzursuz zihinlerimizin kıpır kıpır parmak uçları durmaksızın yeniyi arıyor. Yeni ne var? Daha daha yeni ne var? Bir önce televizyon kanalları arasında zıplayarak edindiğimiz alışkanlık-bağımlılık, interaktif ortamda iyice pekişiyor.

Özellikle elektronik medya, yeni-daha yeni bağımlılığında rekabet gücünü koruyabilmek için yangına körükle gidiyor. (Haber vd programlar sırasında sayısız, ilgisiz haber de ekranın altındaki bantlardan geçiyor sözgelimi. Bir araştırmada, bu bantların olmadığı programların akılda –daha iyi- kaldığı gösterilmiş. Ama kalıcılık kimin umurunda ki?)

Bölündükçe daha da fazla bölünme müptelaları haline geliyoruz.

Bir teknolojinin kullanımıyla gelen değişim (aslında genel olarak değişim) ortaya çıktığı alanda kalmadığı için beyinlerimizin, zihinlerimizin yeniden biçimlenişinin etkileri bilgisayar başında olmadığımızda da sürüyor.

Hiçbir şeye bölük pörçük birkaç dakikadan fazlasını ayıracak halimiz yokken kendimizi tek parça halinde verdiğimiz tek şey, kendini vermemek.

Derinleştirdiğimiz bir şey varsa o da sığlaşma!

*

Yüzerken aralarına daldığım yosunlardan kurtulmak için çırpınır gibi yazdığımın farkındayım.

Sürüklenişten kurtulma telaşı belki. Hissettiğim bu.

Nicholas Carr ise serinkanlılığını, perspektifini koruyor. İnternet’in ne şeytan ne tanrı olduğu, getirdiklerini göz ardı ederek götürdüklerine (ya da tersi) odaklanmanın körleşme olacağı bilinciyle yaklaşıyor.

Her şeyden önemlisi, gideceği yere varmamış bir süreci, adı üstünde, süreç olarak görüyor. Yaşandığı anın olgularını aceleyle varılacak hükümlerin temeli haline getirmiyor.

Böyle yapan benim.

Belki de acilen taş gibi bir hükme ihtiyacım var, basıp çıkmak için bu bataktan.



Bu arada, The shallows, kitap okuma iştahı ve egzersizi zayıflamaya yüz tutmuş günümüz okurunun bile baştan sona dikkatini çekip bırakmayacak bir akıcılıkla yazılmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder