10 Temmuz 2010 Cumartesi

AMFİBİK BİR HİKAYE

Bunları buradan çekmeli dediğim nice kare oldu denizdeyken. Kıyıdan birden yükselişini su seviyesinden, hatta biraz altından vereceğim dimdik bir uçurum. Burnuma kadar suya girerek seyrettiğim yansımalar, ışıltılar. Yanı başımdan süzülüp giden iri pisibalığı. Diplerde otlayan deniz kaplumbağası..

Suda da çeken ucuz bir fotograf makinesi bakınıp buldum. Oğlunun yanına Amerika’ya giden arkadaşımdan siparişi oraya göndertmek üzere adresini istedim. Verdi.

Macera da asıl böyle başladı.

Kapı numarasını yazarken bol sıfırlarından birini heyecandan atlamışım. Bir sıfır eksiğiyle paket de delinin attığı taş gibi birkaç kilometre ötede bir kuyuya düşmüş.

Teslim edilmeseymiş kolaymış. 10-15 telefonla iade edildiği posta servisi bulunabilirmiş. Ama bu kadar telefon trafiğiyle bütün anlaşılabilen teslim edildiği olmuş.

Arkadaşımın oğlu onca işi arasında ilgili memuru bularak yapsa yapsa bir Türk’ün sergileyeceği beceriyle yanlış adrese yeniden gidip paketi geri almaya ikna etmiş.

Ama olmamış. İş, Hotel California gibi varlıkla yokluk arasında tuhaf bir yerde asılı görünen o garip adresi yine de bir şekilde bulup çıkarmaya kalmış.

Bir diş kliniğiymiş burası. Paketi dört kökten çeneye kenetlenmiş 20 yaş dişi gibi çekip almışlar.

Arkadaşım dönüşünde paketi ikimizin de daha önce görüşeceği süt kardeşime verdi. Süt kardeşimle gideceğimiz konser aşırı yağış yüzünden iptal olunca ablası başka bir konserde iletecek bir arkadaşıma götürdü.

Sonunda, sözcüğün beş parmaklı organımız ve diyar anlamlarında ellerden ellere dolaşmış küçük yeşil makineye dün, sevinç göz yaşlarım yağan yağmura karışıp giderken kavuştum!

Ortalığı hiç uğruna (ne demezsiniz, sorunun kaynağı gerçekten sıfırdı) bu kadar ayağa kaldıran şeyin adına Kermit de bari, dedi kardeşim.

Oldu bil, dedim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder