Nasıl bir dikkat bu? Gücünü iradeden (bunun tanımı, bir
düşüncenin, varlığın tüm diğer yanları üzerinde hakimiyetini ilan etmesiyse)
almayan bir türü. İrade bu haliyle zorbaca. İç dinamikleri, ilişkileri hiç gözetmeden
dışarıdan ve tepeden dayatılan “gerek”lere dayanıyor. Uyulmadığı,
başkaldırıldığında suçlama-suçlanma şamarlarını indiriyor. Ve suçlama, utanma,
hiçbir zaman olumlu, kalıcı bir değişime yol açmıyor. Açılabilecek bütün
yolları, neden olduğu pasif agresif bir ayak direme, günü kurtarma ve suçlayan
yandan saklanma dürtüsüyle baştan kapıyor.
İrade, insanın kendini zorba lideriyle bir tek parti
yönetimine teslimi gibi. Bir süre ite dürte gitse de eninde sonunda kırılmalar,
yabancılaşma ve isyan başlıyor.
Oysa işe yarar ve sürdürülebilir değişim tam tersi yönden
geliyor. Dıştan (içselleştirilmiş dış bakıştan) içe değil, içten dışa bakışla.
Onun için de ezberlerin, savunma-saldırının bir kenara çekilmesi ve insanın
kendiyle belki hiç kurmadığı kadar yakın, dolaysız bir ilişki kurmasıyla.
Burada eleştiri, hesap sorma, suçlama, kınama, yargılar yok. Bir can dostunun
yanında oturmak gibi. Onu onda anlamaya çalışırım. Can kulağıyla dinler,
aklımdan fikrimden önce varlığımı sunarım. İlgim, dikkatim kendiliğindendir.
İşte kendimle de öyle bir ilişki başladığında ortaya
çıkan dikkat, kast ettiğim. Katıksız bir anlama isteğinden doğan ilgi, merak,
gerçek bir içe bakış ve iletişimle sahne canlanmaya başlıyor. Anlayışsız bir
tahakküm eğilimi (insanın dayatmacı iradeyle kendine iş yaptırmaya çalışması), gönüllü
bir işbirliğinde eriyor. Peşinen kırbacını önce kendine, sonra herkese, her
şeye indiren yargıç, sesler arasında bir ses haline geldikçe göze indirdiği
perde kalkıyor. Böyle bir yakınlaşma, insanın iç aleminden dışa yayılıyor.
Beslendikçe, önü açıldıkça ivmelenen, kendiliğinden
gelişen böyle bir dikkat, senden enerji istemek yerine sana enerji veriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder