24 Haziran 2011 Cuma

JOSHUA TREE

https://picasaweb.google.com/sedatoksoy/JoshuaTree?authkey=Gv1sRgCN-wv_qepK31-QE

JOSHUA TREE

“Oraya gittiğinde ne kadar kalıyorsun?” diye sordum.

“Sugar,” ağda kıvamında hareketleriyle bana döndü:

“Beş gün, bir hafta..”

Üç  günlük sakalının, atlatamadığını söylediği soğuk algınlığının gölgelendiremediği aydınlık suratını sıvazladı:

“Etrafımızı kuşatan bütün o teknoloji, kalabalık, kafanı dolduran ne varsa işte, boşaltmak, sıyrılmak için. Tek başıma gidip çadırımı kuruyorum. Sessizlik, ıssızlık.. Sadece o büyük doğa. İçinde küçücük kalıyorsun. Yürüyorum, durup seyrediyorum. Başka hiçbir şey. Yazıyorum da. Kimseye göstermeyeceğim şeyler. İçimi görmek için.”

Arındırıcı demiştin, sözcük benim için de tam o” dedim.

Öyle.

*

O sabah erkenden yola koyulmuştuk. San Clemente ile birlikte iki gündür üstüne çökmüş basık hava da geride kaldı. Yeşeren dağlarda viraj üzerine viraj yükseldikçe güneş pustan iyice sıyrıldı. Düzlüğe çıktığımızda toprak örtüsü artık alıştığım anilikte değişip çoraklaştı. Palm Springs yakınlarında çırılçıplaktı. Uçsuz bucaksız rüzgar çiftliklerinin arasından geçerken dev türbinleri tıkır tıkır çeviren rüzgardan gayrısı çöldü.

Joshua Tree’ye girdiğimizde 35 dereceydi. Delici, kuru sıcak. Elementime geldiğimin işareti. Yüreğim hop etti.

Park girişinde yanımıza su almamızı hatırlattı ranger’lar. Talihimiz varsa iki saatlik yolun sonunda baraj dedikleri birikintide belki bulurduk ama ona bel bağlanamazdı tabii.

Hemen ötede Kaliforniya palmiyeleriyle ufak bir vaha vardı. Yeşilin yoğunlaşır gibi olduğu ilk ve son nokta. Bitkilerin önünde, orada burada aydınlatıcı bilgi levhaları, uyarılar, işaretlenmiş patikalar.. Ziyaretçileri için kolaylaştırılmış, parklaştırılmış irice bir dilim çöl. Ama ne kadar insancıllaştırılsa da Çöl elbette.

Çorak arazide cholla kaktüsleriyle kaplı alana dek epey yol gittik. Dokunmayın-tehlikeli! uyarısını geçip aralarında dolanan patikaya daldık. Kara gövdeli, boz yeşil dallı bu tuhaf bitki örtüsü çevreyi kuvvetle yabancılaştırıyordu. Yüreğimin bir perde daha yükseldiğini hissettim.

Karşıki tepelere doğru kaya öbekleri belirmeye başladı. İri, yuvarlak hatlı kayalıklar. Gruplaşmaları. Bir şeyi başkalarına benzetmeden edemeyen insan gözünün orasından burasından çerçeveleyerek anlamlandırdığı kompozisyonlar. Ya da soyut sahneler. Modern heykel işte. En azından bir süreliğine. Sonra bir şeylerin geri geldiğini hissettim içimde. Gelip yerine oturduğunu.

O huzur verici silinme, sıcak ekmeğe sürülen tereyağı gibi ortama karışma.

Buraya adını veren, Hayat Ağacı olarak da bilinen Joshua ağaçlarının sıklaştığı ucunda Çölü neden böyle sevdiğimi de “bildim.”

Çöl benim.

.

4 Haziran 2011 Cumartesi

ASLI ASTARI

Anlaşma, tümlüğün dansı. İçine aklı da alıyor ama galiba ne onunla başlıyor ne de orada kalıyor.

Çok daha etraflı bir.. kabul. Güven. Gönüllülük.

Bu zemin varsa insanlar arasındaki akış iyi reçinelenmiş keman yayı gibi, sıçratıcı sesler çıkarmadan gidip geliyor. Boşluklar doluyor, başka türlü hissedilebilecek sürtüşmeler hoşlukla göz ardı ediliyor. Orkestranın kaçıncı sınıf olduğu önemsizleşiyor; haz veren, adımların, hareketin uyumu oluyor.

Akıl da arka sıralardaki sandalyesinde efendi efendi oturuyor. Onun sahne sırası, anlaşmanın orası burasında beliren çatlaklarla geliyor. Günahı boynuna, çatlakların belirmesinde de. Ego ve onun borazanı akıl. Düğünün siyah giysili konukları.

Boşluklar o vakit açılıyor. Kuşkuyla doluyor. Kıldan kapılan nem, yoktan sürtüşmeler yaratıyor. Orkestranın kaçıncı sınıf olduğu tartılıyor. Kendiliğinden atılan adımlar sayılmaya, tempo da aksamaya başlıyor.

*

Taşıyıcısı her ne olursa olsun hiçbir mesaj, anlaşma-anlaşmazlık temelinden bağımsız değil. Zemin anlaşmazlıksa mesaj kendi içinde istediği kadar yetkin olsun, anlaşmazlığa yem oluyor. İnsanın kendini kendiyle sınırlama hali zamanla iyileşene dek de en iyi durumda işe yaramıyor, normaldeyse şiddetle geri tepiyor.

Ego-aklın kendini kapayıp mazgallarını bolca kullandığı karanlık delikten çıkmasını beklemek gerek o zaman.

Ben’in bütün diğerleriyle eşit bir parçası olduğu tümlüğün dansının geri gelmesi için.

.

2 Haziran 2011 Perşembe

KURU YÜK

Gemiler gibi insanlar.

Konu tekneyi sağı solu belirsiz sularda yüzdürmek, yani hayat olunca risk hepsinin pruvasında.

Bununla birlikte, bilincin altı, üstü, duygular, güdüler, hafıza.. taşıdıkları yük, aralarındaki trafiğe damgasını vuruyor.

Kuru yük gemisi ile canlı hayvan gemisi ya da tanker. Sular çok karışmadıkça düzenli bölmeler arasında sabitlenmiş yüküyle yol alanın kaptanı, içinde yüzdüğü şey kadar oynak, bazısı bir de patlayıcı yük taşıyandaki meslektaşını ne kadar anlayabiliyor ki?

.