29 Mart 2021 Pazartesi

GÖRÜŞÜNÜ HAKİKAT BİLME

Çünkü değil.

Şartlarım, çevrem, kültürüm ile koşullu, doğası gereği sınırlı, sürekli tekrar ve benzerlerimin onayıyla pekişmiş bir yorum sadece.

Sorunları bununla tanımlıyor, çözümü bunda arıyorum.

Dünyaya, hayata taktığım bir kulp. Doğruluğuna ne kadar kani olursam kavrayışı o kadar güçlü bir kontrol hissi veriyor.

Sonunda, adım adım otoriterleşen bir yönetim gibi yorumu gerçeğin tartışmasız sureti bilip çıkıyorum.

O vakit de sorunlar büyüyor, çözümler uzaklaşıyor.

27 Mart 2021 Cumartesi

TİMUR

Timur Ertekin’i kaybetmişiz!

Ortaokuldaydım. Apansız bir diş ağrısıyla kıvranırken babam beni en yakın dişçiye götürmüştü. O zamanki muayenehanesi bizim sokakta olan Timur’a. Derdime derman olmuş, acının yerini gözlerinin ta içinden gülen yüzü, yatıştırıcılığı, güven vericiliği almıştı koltuktan kalkarken.

O diş ağrısına çok iyi bir hekim ve değerli bir dostluk borçluyum.

“İyi bir hekim önce iyi bir insan olmalı” sözü kulağıma onunla küpe oldu, doktorlara yaklaşımımda nereye bakacağımı gösterdi.

Vicdanlı, merhametli, mizah güçlü, güzelim bir insandı. İnsanları görüşlerine göre peşin peşin ayırmaktan uzak duran, birlikte yaşama kabiliyetleriyle birleştirmeye hazır.

Duygusu aydınlık, ferah oldu hep. Oksijeni kendisi mücadele ile alırken, varlığıyla etrafına geniş bir soluk aldıran bir adam.

Ölümünü gecenin bir vakti öğrendim. Bir yandan gözlerimden yaşlar süzülürken değişik, güçlü bir his yakaladım.

Arkasından ışıklar kapanmış gibi değildi. Tersine. Varlığıyla açtığı ışığı geride bırakarak gitmiş dersin.

İyi ki geçmişsin bu dünyadan sevgili dostum.




Yağmur ile. Kızlarına sevgisi nasıl da çağıl çağıldı



Babamla aralarında derin bir muhabbet vardı. Babamın armağan ettiği ahşap figürlerine çok değer verdi. Kaideler yaptırıp gözünün önüne yerleştirdi -Suna Kan fotografının arkasında Meryemana 



Bir doğum günümde beni Gar Lokantasına davet etmiş, çok güzel bir zaman sunmuştu -2012 Şubat


26 Mart 2021 Cuma

AMBALE AMBALAJ

Birbirine diş bileyen, köye yeni geleni taraflarına çekmek, diğerlerine karşı kışkırtmak için hummalı bir faaliyete girişen, her cümleleri şerefsiz! ile başlayan sakinler (!) Milli hastalık ev şişirmeye girişen taze komşu. Feleğin çemberinden geçmiş, seni, sıkletini, dişlerinin kuvvetini bir bakışta tartan, tek ayak üzerinde 40 hikaye uyduran taşeronlar.

Nasıl bir kazanmış bu, sessiz sakin hayatımda hep uzağında kaldığım, dili dilime, kuralsızlığı kural sayarlığıma uymayan, gücü gücüme hiç denk düşmeyen.

Kendimi bir anda refüjsüz bir otobanın ortasında buldum. Bir oradan bir buradan hızla dürten uyaranlar, havada çelişen vaatler, aslından uzaklaşan uzlaşmalar. Niyetler bulanık, tekinsiz. Bir şey harekete geç! diyor, başka bir şey, dur, bekle. Dört bir yana çekiştiriliyorum. Başkasını gözetmekten eser olmayan bir ortamda doğruluk, tutarlık engel; bir sürü hayvanı gibi de davranamıyorum.

Bir Zen ustam olsa, içimi okuyan şefkatli bakışıyla “Nereye takılmışın?” der, gözümü etrafımı alan, beni serseme çeviren hareketten kendi içime çevirirdi.

Savaşmak ve bırakmak ile başka birkaç şeyde zihnin berrak. Bedenin, duyguların, hislerin neden bu kargaşa içinde? Neye asılıyor, aynı anda neden kaçıyor, saklanıyorsun da böyle allak bullaksın, bu karşılaşma ertelenmezliğiyle neleri su üstüne çıkarıyor?

Kavrayışı berraklaştırmak bir şey. Onu hayatına yedirmek bambaşka.

Hayat ise, buyur, burnunun dibinde. Hızlı tarafından topyekun bir aydınlanma yaşamayacaksan sadece içindeki çözülmemiş meseleleri yansıttığı için böyle silkeleyici olan bir tecrübeyi nasıl geçireceksin?

25 Mart 2021 Perşembe

ALIŞ VERİŞ

Süreli nefes egzersizi yaparken (5 saniye al, 5 saniye ver vs.) fark ettim. Nefes verişim nefes alışımdan çok daha belirgin, debili, rahat.

Hayatta alıp vermenin fizyolojik temeli mi bu acaba dedim. Genel olarak alıcılarla genel olarak verenlerin ve almaktan geri duranların nefesine bakılsa böyle bir fark görülür müydü kim bilir?

Beden ile kişilik arasındaki karşılıklı ilişki düşünülürse aldıkça alıyor, verdikçe veriyoruz herhalde. Nefes, zaman, hak, maddiyat.

Almaktan gaspa, vermekten (vazgeçmekten) oyundan silinip gitmeye mesafe ne kadar peki?

23 Mart 2021 Salı

SAVAŞ YA DA KAÇ

ama ikisi arasında kalma, ikisini birbirine de katma. Kaçak savaşma, bilenmiş halde kaçma.

Aynı şey savaş ya da bırak için de geçerli.

Öyle bir çataldayım.

Bütün gücün, zamanın ile savaş. Ya da tümüyle bırak. Ama ikisi de katışıksız olsun. Savaşın harlı, bırakışın yekpare.

Gönülsüz savaş sonuç getirmiyor. Savaş dürtülerinin sürdüğü bırakış da huzur, barış değil; içerleme, keşkeler, söylenme ve iktidarsız bir kronik öfke ile fokur fokur.

İş, sanat, ustalık bölünmeden seçmek.

Önümdeki çatal bana asıl bunu belleme fırsatını sunuyor.

21 Mart 2021 Pazar

BUGÜN PAZAR

Sağım solum, burnumun dibi, gerimin altı tadilat, yanım deşili bahçe. Çuvallar, malzeme, hıltiler, balyoz, bağrış çağrış, toz toprak. Ufukta bir zıtlaşma.

Ama bugün Pazar. Hepsinin birden haftalardır ilk kez ara vereceği tutmuş, uzaktan bir radyo sesi, bir horoz, iki kuş, bambu rüzgar çanını takırdatan esinti ile nicedir ilk defa gün yüzü gören çamaşırımı kurutan puslu ekinoks güneşi.

Derin bir huzur.

Sadece o.

Gerisini geldiğinde düşünürüm.

18 Mart 2021 Perşembe

YAREN

Kırk yılın birinde bir köpek peşime takılıyor. “Sen yürü, ben ayağına dolanmam, peşin sıra ya da önünden giderim. Maksat ipi uzun bir yarenlik” der gibi.

Geçende kara bir köpek böyle takıldı.

O aynı yerleri köpekçe, ben insanca görüp algılayarak birkaç kilometre birlikte gittik. Sık sık yol kenarındaki bitki örtüsüne burnunu sokup hararetle kokluyor, zengin algısı gıpta ve merakımı uyandırıyordu.

Asla sıkılmazsın değil mi sen? Kim bilir ne nüanslar algılıyorsun, ne tekrarlamaz bileşimler. Kanıksamanın donukluğuyla örtülmeyen bir dünyan var, belli. Benim şöyle bir bakıp geçtiğim yerlerde derin keşiflerin, iz sürmelerin, kulağını, burnunu hiç kapamayışın ile hayatla arandaki ne sıkı bir bağ. Her daim canlı, taze, uyanık. Sana bakmak beni de aynına dürtüyor.

*

Dolaştığım yerlerdeki köpek bölgelerini biliyorum. Genellikle bir iki hayvanlık ama yolumun tam ortasındaki giderek büyüyen bir sürüden soruluyor. (Önceden bir ikisi sana aşina olmuşsa sorun yok, diğerlerini yatıştırıyorlar. Tersi de olabiliyor, birkaçının önünden tepkilerini uyandırmadan geçmişken diğerlerinin ortalığı ayağa kaldırmasıyla bunların da şamataya katıldığı. En fazla yaygara koparana yöneliyorum o zaman. Durup sakin sakin konuşuyorum. İşe yaramadığı olmadı ama sürü dedin mi adımını denk alacaksın tabii, adı üstünde.)

Yaklaşıyoruz dedim kara ahbabıma. Bunlar ona buna atılır, seni aralarına komazlar, hadi dön artık. Hataymış. Sesimi ilk defa duymasıyla beni sevdi bu insan! diye yorumlayıp yanaştı. Köşedeki boş evin bahçesini tutan yarım düzine irili ufaklı köpek fırlayınca da bana iyice yapıştı. Lesepasem vardı, aralarından ben geçtim, onu çevirdiler. Eyvah! Fakat bana nasıl arkadaşça yaklaştıysa onlara da öyle yaptı. Baktım, saldırganlıkları sönmüş, merakla kokluyorlar.

Ancak bölgeden bölgeye geçmenin tehlikelerine uyanmamış ya da aldırmayan hayvanlar yapıyor bu işi ki nadiren bir köpek böyle uzun uzun eşlik ediyor.

Hoş bir yarenlik.

17 Mart 2021 Çarşamba

ELİMDE TERAZİ, GÖZLERİM FALTAŞI GİBİ AÇIK

Yargılar, kınar, yerden yere çalar, iğneler, alay ederken iki şey duyuyorum: Tatmin, ardından rahatsızlık. Cazip ama sağlıksız, ağır bir yemeğin sonrası gibi.

Yargılamanın geride bıraktığı his tizleşme, incelme -lastiği patlayıp da cantı üzerinde giden bir arabanın duygusu.

Bir de.. ana babanın pabuçlarını ayağına geçirmiş, kendini büyüklük hayallerine kaptırmış, bir yandan da yakalanmaktan korkan çocuk benzeri oluyorum.

Ne büyük bir iddia!

Bak, ben onun gibi değilim. Doğru ne, yanlış ne, billur gibi görüyor, eğriyi doğrudan, zevkliyi zevksizden, sığı derinden şıpın işi ayırt ediyorum! Yargıladığımdan ayrı, onun üzerindeyim.

Akıl bu ayırma, ayırt etme, ayıklama neşterini eline aldı mı, istediği kadar seçkin, masum, temiz görünsün, falçatasını sağa sola savuran kabadayıdan farksız.

Yürekse bunda bir yamuk görüyor. Bakışımı beni görünürde başkalarından ayırana değil, hepimizi içine alana çeviriyor.

Birilerinden daha incelmiş olabilir, daha sorgulayarak yaşayabilirim. (Beni yanlarında çöp adam çizimi bırakacak çok daha ötelerde olanları unutmadan: Onların açısından benim de yargılarımla duraksamadan harcadıklarım sınıfını boylayacağımı.) Ama aynı zamanın, coğrafyanın, kültürün ürünü olarak gölgemin ne kadar üzerinden aşabilirim?

Tavrım şeklen farklılaşabilir. Yolsuzluğu ihalede yapmam da, herkes yapmıyor mu, arsamı komşumunkine bir parça canım, taşırarak yaparım. Yalanı halkıma değil anama söylerim. Yerden yere vurduğum İsrail gibi Filistin toprağını işgal etmem de komşumun görüşü, havası, ışığını kestiğime hiç aldırmadan çatımı kapatırım. Sanatçı haklarını yiyen Spotify’a abone olurum. Bedava kitap sitelerinden onlarca kitap indiririm. Getirebildiğim her şeyi bedavaya getirmeye bakarım. Bütün bir ülkeye kusamasam da öfkem oracıktadır, burnumda, her an fışkırmaya, ateşiyle cirmi kadar yer yakmaya hazır. Sabırsızlığım, önünü sonunu, işime geldi mi başkalarını düşünmeden, bütünlüğü gözetmeden harekete geçişim de kendimce öyle.

Elinde neşter, akıl ölçekteki ya da ayrıntıdaki farklardan kendine pay çıkarırken yürek, bizi biz eden ortamı, atmosferi öne çıkararak paylaştığımız şeye yöneliyor. Dürtülere, dinamiklere. Kirlendikçe kirlenen aynı okyanusun balıklarıyız diyor. Kimimiz ağır metallerden yana daha toplayıcı, zehirli. Kimimiz daha zararsız. Ama deşin karınlarımızı, mikro plastiklerin yükü hepimizde.

Ona kulak verdiğimde tizleşme, incelme, cant üzerinde gitme hissi dağılıyor. Yerini, kendimi ayırıp kuru toprağa çekmeksizin daha etraflı bir bakış, algı alıyor.

Neyin ne olduğunu görmek için sütten çıkma ak kaşıklığa terfi etmeme, bir de bu yanılsamanın körüklediği nafile öfkeye, tiksintiye kapılmama gerek yok.

15 Mart 2021 Pazartesi

CANI CAN BİLMEMEK

Komşu, bahçesindeki iki koca palmiyeyi hibe etmeye, olmadı kesmeye karar verdi. Pislik yapıyorlarmış.

Alacak birilerini bulmuş, bir sabah dev bir vinç kapıya dayandı. Bir kepçe de arkadan dolanıp ilk ağacın dibini kazmaya girişirken yolundaki iki ufak meyve ağacını devirdi. Bahçe tarumar olmuştu ki derinleşen çukurunda direnen palmiye ile vinç arasındaki elektrik hattı dikkat çekti. İdareye dilekçe verilmeliydi. Elektriğin kesileceği güne kadar araçlar çekildi.

İlk palmiye destekle ayakta dura dursun, ön taraftaki selvinin, onun çıkarılıp vince taşınmasına engel olacağı görüldü. Yoldan kaldırılmalı, kesilmeliydi.

Elektriğin kesildiği gün canhıraş kıyım kaldığı yerden olanca hoyratlığı ile saatler sürdü. Selvi kesildi. Gövdesi yol kenarına uzatılıp, ağzında sigara, elinde testere, adamlardan biri tarafından doğrandı.

Neden sonra palmiye penceremin önünden havadaki top köküyle geçti. Bunca stresi atlatırsa dikildiği yere tutunmak üzere. Gidenler ise gitti.

Geride sessiz çığlıklar gibi kırık dallar, yapraklar, köklerden dökülenler, iki büyük çukuruyla altüst toprak ile bir savaş meydanı kaldı.

Komşu yorulmuş bitmiş ama memnun görünüyordu.

Değdi mi, dedim.

Mecbur gideceklerdi, dedi. “Çok uzadılar, allah vermesin, üzerimize devrilirlerdi.” Onca örselenmeye dayanmış gövdeden geriye kalan derin çukur oracıktaydı. Üstelik madem boy atan palmiyelerin devrilme tehlikesi vardı, dikildiği yerde ne olacaktı? Baktı, bu pek züğürt tesellisi oldu, sürdürdü:

“Hem mevsimi geliyor, tozuyacak, sonra da şu meyvelerini dökeceklerdi. Pislik, kıyamet?”

Kaç yıllıktı ağaçlar? 20-30? İlk defa mı tozuyacaklardı?

Aldous Huxley, inandırıcı olmak istiyorsanız eyleminize tek bir gerekçe gösterin, demiş. Yoksa sıraladıklarınızdaki bahane kokusu ortaya çıkar.

Ben öyle istedim, oldu!

Kötü bir insan değil komşu. İyiliğimi gözetmiş, gözeten biri.

Canı can bilmediğinde vicdan sızlamadan, eylemi sorgulamadan eylemenin çok sıradan bir örneği. Kesilen selvi baştan odun sınıfına sokulmuşsa ardından iç sızlar mı?

Canın can sınıfından çıkarıldığı (baştan bu sınıfta görülmediği) an ve yerde yıkım, kıyım, çiğneme normalleşiyor. Tür, sınıf, millet, din, ırk.. fark etmiyor.

*

Bu sabah yürüyüşte güzelim yaprakları güneşte ışıl ışıl palmiyelerin önünden geçtikçe başım önüme eğildi.

Sonra birden İsa’nın son sözü aklıma geldi:

“Onları affet baba, ne yaptıklarını bilmiyorlar.”

Doğru değil mi? Yıkarken, kıyarken, ezerken biliyor muyuz ne yaptığımızı?

Yaptıklarımız yapmadıklarımız, düşündüklerimiz düşünmediklerimiz, söyleyip söylemediklerimizle içinde debelendiğimiz ortamlar, kültürler, uygarlıklar bizlerden oluşma değilmiş gibi yaklaşırken biliyor muyuz?

Değilmiş, biz ve bizim gibi olanlar asude istisnalarmış gibi hep başkalarını yargılarken?



Selvi giderken penceremin kenarına bırakmış

12 Mart 2021 Cuma

UZAYDA

Saati kurup gözlerimi kapadım.

Meditasyon hiçbir şey yapmadan oturma terbiyesi. İnsanın otomatik eğilimlerine ters: Aklına bir şey mi geliverdi, fırla, gereğini yerine getir; o sırada esiveren başka bir şeyle bölünmeye, yarıda kalmasına aldırmadan bu sefer o yöne dön; burnunun ucu mu kaşındı, bir söz mü seni kışkırttı, rahatsızlıklarına hiç düşünmeden tepki ver. Bir o yana bir bu yana savrula çalkalana yaşa git.

Meditasyon otomatik pilotu devreden çıkarma terbiyesi. Aklından, içinden geçip duranların ipinde oynamaya ara verip müdahale etmeden, yargılamadan, en önemlisi, bu esintilere kapılıp gitmeden bir yol debriyaja basmak.

Bazen kolay bazen zor. Derin bir nefes bazen, bazen boğucu. Huzurlu, berrak. Bulanık, çalkantılı. Gürültülü ve sessiz. Bazen savaş bazen barış.

Amaç düzeltmek, iyileştirmek değil. Durmak, susmak, bildiğini sandıklarını araya sokmadan izlemek. Zihnin doğasını açık etmesine meydan vermek. Değişim tepeden inmez, anlamaktan gelirse ne âlâ.

*

Akış zamanları uzayda bağdaş kurmuş, yarı aralık gözlerle gökcisimlerinin yanımdan gelip geçişine tanıklık eder gibiyim.

Zihin göğünün cisimleri.

Burnumun direğini sızlatan bir anı parçası.

Alışveriş listesine eklenecek maddeler.

Kalbimi avucuna alıp limon gibi sıkan bir düşünce.

Tatlı bir hayal.

Onlarla bağım çözük, meditasyondayım.

Kimi çok güçlü, belli tepkiler uyandırıyor, ciddiye alıp kendimi kaptırmadıkça geçip gidiyorlar.

Düşüncelerin belirip kaybolmak için bana ihtiyaçları yok. Doğalarının özneden yoksun, hıçkırık, osuruk, öksürük gibi olduğunu böyle otura izleye idrak ediyorum. Bir sınıf dolusu gürültülü, hepsi dikkati kendine isteyen ilkokul öğrencisine benziyorlar. Kapılırsan gerçek biliyor, onlarla özdeşleşiyor, çatışmalarını yaşıyor, kavgalarını veriyorsun. Aralarında bölünüyor, çelişmelerinden bunalıyor, eziliyorsun.

Mesafenin geri geldiği, izleyicinin dinginliğine vardığın böyle zamanlarda uzayına bağdaş kurup gelen geçeni gelip geçmeye bırakmaktan özgürleştiricisi yok. Duru, dengedesin.

Ama meditasyon ne böyle anlara yapışmak ne de tersinden tırsmak terbiyesi aynı zamanda.

Mevlam neylerse güzel eyler ve eyvallah! diyen dervişleri akla getiriyor.

1 Mart 2021 Pazartesi

SKANDÂL!

Bir gerçek köy ile doğanın ortasında bir ev ardından şehirli köyüme döndüm.

Nereden nereye geçtiğin önemli. Buranın üzerine İstanbul ne ise oralardan sonra burası da neredeyse öyle gelebilirdi. Ama hoş bir beklenmediklik oldu, insan çokluğundan önce ufak bir inek sürüsüyle karşılaştım. Halk plajının ucuna yığılmış, suyu kokluyorlardı. Başları fazla boş kalmadı. Gelen geçen, Bağdat Caddesini koyun sürüleri basmış gibi hayret ve kınamayla söyleniyor, cep telefonlarına davranıyordu. (Ben de davrandım ama torunum olsa yakın bir gelecekte bir zamanlar burada inekler bile görünürdü diye başlayıp anlatacağım bir dönüşüm vesikası bulundurmak için.)



“Bunlar da nereden gelmiş buraya?!”

“Kimin bu hayvanlar? Çobanları nerede?!!”

Fosfor yeşili yelekli belediye işçileri hayvanların başına geçti de millet yatıştı. Allah vermesin, yoksa nerede olduğumuza uyanmak vardı.

*

Sizi biraz bekleteceğim, döküm alıyorum da, dedi kasiyer.

Gözüm hemen yan kasaya gitti. “Oraya geçeyim.”

Arkadaş kahvaltıya gidecek, dedi, hemen bakacağım size.

İçimdeki, boşanmaya hazır zembereğin başını boş bırakmaya gelmiyor. Diz altı refleksi gibi, ortaya çıkıveriyor.

Başımı iki yana salladım.

“Şehir alışkanlığı işte. Acelem neyse?!”

Kasiyerle birlikte güldük.

Yolda, ne oralısın ne buralı dedim.

Ne köylü ne şehirli olanlarla birlikte şehri köye taşıyıp ne orası ne burası edenlerle yığıla çoğala, reflekslerimizi çok bileyip az gevşete yuvarlanıp gideceğiz anlaşılan.