29 Temmuz 2016 Cuma

EVDE SULH

Baktım, babam onun için aldığım resim defteri ve mum boyalarla kayısı ağacının karşısına geçmiş.

Okumak da sıkıyor bir süre sonra, demişti.

“E o zaman boya kalemleri alayım, resim yap.”

Güldü. “Yeteneğim olsun çok isterdim ama yok ki. Gerçi görüyorum. Doğadaki o desenler, biçimler.. Farkındayım. Çöpler (rüzgarın eğip büktüğü maki kökleri, çam dallarıyla yaptığı figürler) öyle çıktı.”

Benzetmeye çalışma, dedim. Al eline boyaları, içinden geldiği gibi çiz, boya, karala. Doğaçlama yapar gibi.

Ben alayım da gerisini kendi bilir deyip dün elimde defter-kalemlerle Silifke’den döndüydüm.

*
Komşudan ödünç aldığım bahçe makasını birer metrelik tahta çubuklarla uzatılmış kırmızı kollarından omzuma vurup geldiğimi gören babam heyecanla defterini bırakıp kalktı. Kaç zamandır kayısının yukarı doğru verdiği sürgünleri budamak gerektiğini söylüyordu. “Yoksa gücü uzamaya gider, meyve vermez.”



İncir toplamada kullandığı ucu kancalı değneği getirdi. O dalları eğerken ben de talimatını izleyerek budadım. Bir berduşu hamama sokup saçı sakalını da tıraş etmek gibiydi. Eserimizi keyifle seyrettik.

*
Kimsenin kimseye ağırlık olmadığı, dünyasını daraltmadığı bir ev arkadaşlığı bu.

Buraya uzun, dolambaçlı, kesintili yollardan geldik. Hayat çetrefilleştiğinde yolu kaybettiğimiz, önem sıralamasını karıştırdığımız, kızgınlığa, öfkeye, umutsuzluğa kapıldığımız hâlâ oluyor. Ama şimdi doğanın da esinlemesi ve pekiştirmesiyle güneşte helmelenen bir barış yaşıyoruz. Bir asra beş kalmış yaşının bir yandan, ülkeyi, bölgeyi kasıp kavuran çatışma, savaş ortamının, karanlığın öte yandan, değerinin bilincine varmanı sağladığı bir barış.

Kıyametin ortasında bile ufak bir saksıda olsun tutup büyüyecek bir güzellik hep vardır.


Barışa susadıysan evindekini, hemen etrafındakini sulayıp budamakla, derinleştirmekle başla diyorum kendime.

27 Temmuz 2016 Çarşamba

PARÇALI

Kolektif ruhun çalkantısı misliyle güçlü bir çekim yaratıyor. Dışına çıkmak, dışında kalmak, düşünmek, hissetmek zor.

İki deprem arası sokağa dökülerek açıkta sabahlayan ahali gibiyiz. Özel hayat kaybolmuş, kişisel deneyim önemsizleşmekle kalmamış, neredeyse münasebetsiz kaçmakta.

Kolektif yaşananda nüanslar, derinlik, etraflılık kayboluyor. Geriye kalan kaba, zorlayıcı bir ağırlık.

Kaygı, kötümserlik, siyah beyazlaşma. Çoğaltıldıkça kısırlaşan, kısırlaştıran bir tekrar.

*
Fernando Pessoa: “İçine bir miktar budalalık karışmadan hiçbir zekice fikir genel kabul göremez. Kolektif düşünce aptalcadır çünkü kolektiftir. Hiçbir şey, barındırdığı zekayı büyük ölçüde kapısında –bir geçiş ücreti gibi- bırakmaksızın kolektif alana giremez.”



*
Çokça pastoral hayatım devam ediyor. Memur izinlerinin kaldırılmasıyla kalabalık dörtte birine inip kalabalık olmaktan çıktı. Sıcak ise olağanüstü halini sürdürüyor. Akkor. Kavurucu. Eritip kişisel ayrıntıları ortadan kaldırmada kolektif ruhla bir. Ama kolektif ruh bana kendimi ne kadar yersiz yurtsuzlaşmış hissettiriyorsa bu sıcakta o kadar evimdeyim.

Batı koyunun kuzey yamacında yeni bir “müzik stüdyosu” buluverdim: Geniş dallarıyla ferah bir çadır oluşturan bir çamın altı. Benden önce keşfedilmiş. Taşlarla çevrili bir ateş çemberi var. Bir dala asılı çay ve küp şeker torbaları. Bir de.. tek kolluğu kopuk plastik bir sandalye! Saptığım patikanın ucunda Yörük çadırınınkini anımsatan ağzında koskoca bir “Hoş geldin!” ile karşıladı.



Bugün dördüncü gidişimdi. Sabahın köründe harlanmış sıcaktan geçip reçine kokulu gölgesine daldım. Plastik koltuğa kuruldum. Bekledim ruhum da gelsin, bir olalım, çamın gövdesiyle birlikte anda köklenip dallanalım.

Sonra başladım. Çalışıp çaldıkça ısınıp genişledim. Kolektif de kişisel de akıp gitti üzerimden. Sadece birer meyve gibi olgunlaşmaya, dolmaya, tatlanmaya devam eden sesler kaldı. Müzik.




Ne kadar sağaltıcı. Arındırıcı.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

SIFIRDAN BAŞLASAK?

Çıkmazı dönüştürmeye kendimizden başlasak?

Bizden, bizim gibi olmayanı dışladık, aşağıladık, tefe koyduk, yerden yere çaldık, bir yere varamadık. Korkularımızın, öfkemizin haklılığını haksızlığını bir yana bırakıp “Ama o/nlar!.” demeden, kulak versek, anlamaya çalışsak?

Görüşlerde, inançlarda, ifade biçiminde bu kadar ayrıldıysak çok daha temel bir şeyde, insan olmada birleşsek?

Aklımızla işin içinden çıkamadık. Yüreğimizle denesek? Kapanmak, itmek, uzaklaşarak acılaşmak yerine açılıp uzansak?


Hissettiğimiz karanlığın ne kadarının kendimizden geldiğini görmeye başlasak?

18 Temmuz 2016 Pazartesi

DARBE

Cemaatin işi

Tayyip yaptırdı

Dış güçler

Dünyayı asıl yöneten şer odakları

Acınası ölçüde amatörce

Son derece ciddiydi, bir facianın eşiğinden döndük

Halk demokrasisine sahip çıktı

Kudurgan güruhlar sokaklara dökülüp gövde gösterisi yaptı

*
Sahne sizin ülkeniz, içinde tank, sokak, bayrak, kalabalık geçen bir hikaye yazın, üzerinden savaş uçakları uçsun, sesli-bombalı dehşet yağdırsın dense anlatan sayısı kadar çeşitlenecek, çoğu da kendi içinde tutarlı, inandırıcı görünen öyküler çıkar, bunlar sonunda iki kampta öbeklenirdi herhalde:

Benden yana

Bana karşı

*
Yorumlara bakıyorum. Soluk soluğa, gırtlak gırtlağa, avaz avaz.

Kafalar hazır hükümler, öfke, şartlı reflekslerle dolup daraldığında ne olsa hiç değişmeden ona yapışacak bu katılaşmış yorumlardan çıplak olgulara hiç yer kalmıyor. İç yüzüne bir kez boyayıp öylece bıraktığımız resimler yapıştırılmış gözlüklerle bakıyoruz aynı şeye sanki. Kiminde gül bu resim, kiminde bok.

*
Sükunete, zamana ihtiyacım var. Susup bakmaya, görmeye, “ben” referansı ötesinde anlamaya.

Yorumları bir kenara atıp olguları kendi tekrarlanmazlıkları, özgünlükleri içinde görebilmek için hayatı bir yol akmaya bırakmaya.


Yaşananlarda bellediklerimizin onaylanmasından başka şey görmeyerek nasıl bir körleşmeyi derinleştiriyoruz oysa.

12 Temmuz 2016 Salı

İNCE BİR RUH

Gözü divandaki saza takılan elektrikçi “O flüt sesi sizden mi geliyor?” diye sordu. Lamba takmaya gelmişti. Evet, ama nereden duymuş ki? Neredeyse otuz yıllık lambanın artık duvara kaynamış olmasından korktuğum paslı vidalarını gayet ekonomik hareketlerle sökerken “Geçende Korsan koyunun oralardan geçiyordum” dedi. “Birden kulağıma gelmeye başladı. Masal gibiydi..” Bileziğinde en yenilerinin kanatları hala belirgin, diğerleriniyse zamanın toza çevirdiği böcek kalıntılarından kalın bir katmanla eski fanusu bana uzattı. “Ortaokulda bize de vermişlerdi. Çalardım. Sonra unuttuk gitti tabii.” Elleri ustaca işlemeye devam ederken uzaklaşan bir sesle ekledi. “İnsanın bir müzik aleti çalması öyle güzel ki. Önemli.. Hangisi olursa olsun.” Buralıymış ama babamın köyünü, civarları tanıyordu. “Pamuk toplamaya gelirdik çocukluğumuzda.”

Tıkıt tıkır, tertemiz çalıştı. Gittiğinde babama sordum. Tanıyormuş. “Ne zaman karşılaşsak yerlere kadar eğilerek ellerime sarılır.” Geldiğinde selamlar selamlamaz babamın okuduğu kitabı alıp ilgiyle karıştırmış.


Bodur bir gövdede ince bir ruh.

10 Temmuz 2016 Pazar

BU SABAH

Plastik sabomun kalın tabanına deve çökerten dikenleri saplana saplana kestirme patikadan Flamingo tepesine çıktım. Doğu koyuna bakan yamaçta buranın Aphrodisias olduğu vakitlerden kalma duvar kalıntısına, kuru çalıların yanı başına minderimi, onun üzerine de kendimi yerleştirdiğimde güneş, tuzdan kalınlaşmış şapkamın siperliğindeydi. Sapsarı kılıfından çıkardığım flütü sessiz bir selamlaşmayla elimde tuttum. Gözlerimi ışıl ışıl denize salıp ter dereleri ve soluğumu yatışmaya bıraktım.

Sonra başladım.

Azim ile motivasyon birbirini doğuran, besleyen şeyler. İkisi birlikte de derinleşen konsantrasyon demek. Konsantrasyonsa kendini bölünmeden, tek parça halinde ana, yaşadığına verdiğinde olanları yaşatıyor. Müthiş bir.. somluk var bunda.

Burnum notalardan kalkmamış. Yürüyüşçü çifti 37. egzersizde ancak önüme geldiklerinde fark ettim. Önden giden adamdan başının üzerine kaldırdığı elleriyle sessiz bir alkış aldım, kadın da kır çiçekleri demetini sallayarak selamladı. Hızla geçerlerken konsantrasyonum da herkesle dost bir köpek gibi onların peşinden gitti bir süre.

Toparlayıp Rooda’nın çeşitli kaynaklarda adı övgüyle geçen kıvraklık alıştırmalarına geçtim. Başlayalı iki hafta oluyor, ilk sayfadayım.

Azim, motivasyon, konsantrasyon sabırsızlığa hiç yer bırakmadığı için bunların yan bir ürünü öyle bile algılanmayan sabır. Amaç daha iyi olmak ama bu şu an neysem onu bir an önce geride bırakma dürtüsü uyandırmıyor. Zamanla barışığım. Kurgusal, hayali, arzulanan bir gelecek fikrine sıçramayacak, olduğum yerde derinleşecek kadar barışık. Sonuç, başta dünya kadar hantal kaldığım egzersizlere elimin giderek yatması. Bu da beynimde yeni doğan bir bebek hararetiyle oluşan, karmaşık ağlar ören nöral yolları tam anlamıyla elle tutulur yapıyor.

Çiftten epey sonra gelen yürüyüşçüyü de son anda fark edecek kadar kendimi vermiştim. Adam önümden geçerken elini kalbine götürerek selamladı. Flütümü eğerek karşılık verdim. Konsantrasyonum bu kez de flütün ucundan kayıp gitti. Ama zaten sonuna gelmiştim. (İnsanlara duyarsızlaşmak için gidip bir parkta, yol kenarında vs çalmalı.)

Flütü güneşe doğru kaldırıp tersinden içine baktım.

Işık, bir oktav boyu deliklere hücum ederek gövdeye doldu, flütü hafifçe çevirişlerimde halkalar halinde hareket ediyordu.

Asklepion’un, tepesine pencereler açılmış şifa/telkin tüneli gibiydi.


Kendimden geçtim.

8 Temmuz 2016 Cuma

AVA GİDEN AVLANIR

Kalabalık birden hücum etti. Dağ taş su insan doluverdi. Sesler, çığlıklar, kornalar, çerçöp, kabaran dalgalar halinde kavurucu sıcağa, sineklere karıştı.

Akşamın 6’sında batı koyunda tokyolarımı koyacak yer arayarak, iş çıkışı belediye otobüsüne biner gibi denize girdiğimde yüzümde ter katmanlarından daha yapışkan bir gülümseme vardı. Hazzın gülümsemesi.

Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak!



Burun kıvırmadan, itmeden, gıcık kapmadan kalabalığa karıştım. Bir iki yüz metre sonra geride bırakıp ilahi bir sessizlikte sırtüstü uzandım, kendimi suyla birlikte usulca dalgalanmaya bıraktım.

Sessizlik şah damarın kadar yakın aslında.


Gürültü, kalabalık, karmaşa gibi o da önce senin içinde.

2 Temmuz 2016 Cumartesi

İŞİD

Ramazan, tenhalığını bir ay daha uzattı, Korsan koyu müzik stüdyom oldu. Sabah güneşle birlikte kalkıp kısa bir kahvaltının ardından yolunu tutuyorum. Koyun uzun zaman gölgede kalan ucunda oturup insan sessizliğiyle dinginliğe dalıyor, ruhumu bunlarla akort edip başlıyorum. Üç gün sonra bayram. Cennetsi tenhalığın Eylül içlerine kadar son günleri.

Bu sabah çakıllı eğimden inerken çoğu bastığım yerde kalan dikkatimi tuhaf bir dağınıklık çekti. Şemsiyeler.. yerlerde. Şezlonglar darmadağın. Dünkü rüzgar? Yanlarına geldim. Hayır! Rüzgar filan değil. Biri, birileri ellerine balta, keser, aletleri alıp parçalamış, ayrılabilen arkalıklarını dört bir yana savurmuş. Dört beş tane de suyun birkaç metre açığında, dipte. Beton kaideleri çakıllardan çıkarılan şemsiyeler devrilmiş.

Ürperdim. Bir an buradan gitmeyi düşündüysem de kaldım. Oturulur yeri kalmış bir şezlonga oturup notaları başka birinin keser darbeleri arasına yaydım.

Kat kat işleyen beynim bir yandan gamlara çalışırken bir yandan da aklımı, içimi tarıyordu.

Korkunç bir öfkenin izleri arasında notaları inip çıkmayı garipseyen yanımla bunu sarsıcı bir duygu olarak yaşayan, işine bakıp gündelik müzik alıştırmalarını yapan ve kurcalayan yanlarım iç içe, çaldım, hissettim, düşündüm.

Yaşanırken görmek bile gerekmiyor, öfke öyle bir şey ki izleri de yıkıcı. (Bomba sonrası çağrışımları.)

Aklıma böyle bir yerde bile İŞİD sempatizanları geldi. (Bir hafta önce dağın üzerinde uzaktan kumandalı irice bir araç uzun süre uçtu, durdu, baktı. O gece İHA’ların bomba yağdırdığı rüyada da böyle bir yandan izleyerek kalmıştım, kaçmadım.) Akıl ve korku nerede ise kuşku da orada. Biraz daha sonra mantığım devreye girdi.

Arkasında bin bir hikaye olabilir. Gayet sıradan, kişisel, site ve yönetimine yönelik, güç bunlara yettiğinden başka bir yerden buraya çevrilmiş.. herhangi bir şey.

Sonra kökeni ve faili de önemsizleşti.

Asıl neyle sarsıldığımı ayrımsadım.

İç-dış, kişisel-kitlesel, haklı-haksız, savunulabilir-tartışılamaz.. Geçti bunlar bir kalem, geride özüyle öfke kaldı.

Doğan, patlayan, doğuran, çoğalan, infilak eden bombanın oksijeni emmesi gibi solunacak hava bırakmayan, aklı başa toplamanın gerektirdiği alanı korkuyla, güya savunma olan ilave saldırganlıkla dolduran.. öfke.

Şu halimize bak dedim: Zangır zangır. Asit saçan-saçılan.


Hepimiz İŞİD’iz.