29 Nisan 2023 Cumartesi

GÜNAH KEÇİSİ

Ülkenin halinden konu açıldığında (lafın gelişi, yoksa konu kapanmıyor) dokunulan cılk yaraymış gibi yükselen refleks feryat değişmiyor:

“Bunlar geleli!.”

Tepkinin değişmezliği beni tepkinin nesnesi kadar ürkütüyor.

Günah büyük, keçi azman ama tüm musibeti iktidarla başlatıp bitirmek ilerisi için beni karamsarlaştırıyor. Günah keçisi taşlamak bakışı ötekine çevirip sabitleştiren bir kısır alışkanlık.

Dikkati bu devrin öncesine çevirmeye çalıştığımda gelen karşılık da değişmiyor:

“Evet ama bu kadar değildi! Bunlar..”

O halde fark nitelik değil de nicelik mi? Eğer öyleyse iktidar kadar onu da içine alan bütüne bakmak gerekmez mi? Şahısların, partilerin parçası olduğu sistemik işlevsizliğe? İğneyi  kendimize batırmamız? İktidarın devasa bir ekrana yansıttığı davranışların mikro izlerini bir yol da kendimizde görmemiz?

Günah keçisini daha ne kadar taşlayacağız? Bu bizi hayal edilen önceki zamana döndürecek olsa bir daha böyle bir yıkım yaşamamayı hangi açık yürekli, açık zihinli temelden yola çıkarak becerebileceğiz?

Demokrasiden anladığımız topu çevirip aynı oyuna devam etmek mi kalacak?

İşitilmeyen, en fazla sevimsiz bulunan sorular bunlar. Çoğu zaman sormuyorum.

14 Nisan 2023 Cuma

TAŞ KIRMA

Eforlu EKG’nin hemen yanıydı. Karşıdan gelenlerin rahatça seçmesi için kapıya dik uzanan tabelada Taş Kırma yazılı. Beynim devreyi kısa yoldan kapadı. Önünden geçerken oluşturduğu anlama bakarsam burası normal eforun yetmediği durumlar için yapılmış bir ekstra efor bölümüydü. Uçuşan imgesi de açılan kapının ardında kaybolan duvarlar ve ötelerinde büyüyüp giden kayalık bir yamaç.

Önünden ikinci geçişimde aşinalık oluşmuş, beynimin arka planı bu kez burayı faturalarını ödeyemeyenlerin (lokantalardaki bulaşıkçılık karşılığı) zorla işe koşulduğu bir yer haline getirirken güldüm.

Ancak üçüncü geçişte uyandım: Böbrek taşı kırma! İleri doğru uzanan levhayı uzatmamak için böyle kısaltmış olmalılar. Öyle ya, herkes benim gibi anlam vermeye en az olası olandan başlamaz herhalde.

9 Nisan 2023 Pazar

AKTÖR

Seçim dönemi ortalıkta uçuşan dile bakıyorum. Aktörler, argümanlar, süreçler (sürenin yerini alan çarpıtılmış kullanımıyla) “sahada” tozu dumana katıyor.

Artık politikacılar, siyasiler yok, aktörler var. Pek afili pek dinamik, “karşı taraftan” olanı bile adımıyla ortalık inletiyor. Halka karışmak da yok, sahaya “iniliyor.”

Bu haliyle aktörler (çoğu zaman vodvilden hallice olmayan) bir oyunun oyuncuları olmaktan çok daha fazlası; eyleyen onlar. Estirilen havada neden-sonuç ilişkileri bilinçli, duruma hakim, stratejik akıllarıyla ilmek ilmek örülüyor. “Okunması,” bir yerlere oturtulması, faillik atfedilmesi mümkün olmakla kalmayan, saydamlık yakıştırılan oyunların yazarları, Senaryoları konusundaki görüş beyanlarına derbi maçlarının naklen yayını kadar heyecan da verici bir arkaplan boyanıyor.

Boşluktan, anlamsızlıktan, yaprak kımıldatamamaktan, her şeyden önce sonu gelmez sürüklenişlerden o kadar bıktık, yıldık ki sahaya indiğinde üzerindeki blucini bile jilet gibi ütülü hayal ettiğim bu aktörlüğün böyle revaçta olmasına pek de bir şey söyleyemiyorum.

Aç daldığın uykuda helva düşü görmek gibi.

5 Nisan 2023 Çarşamba

KEDİ GURU

 


Fotografa baktıkça gevşiyorum. Oysa karlı bir gün dışarısı. Ya fotoğraftaki fotografçı gibi kansız bir av peşinde olmalısınız, iğreti duruşu rahatsız, odaklanmış, dişini sıkarak soğuğa katlanan ya da onun omzuna dünyanın en rahat minderi gibi kurulan kedi gibi.

Kim bilir tüm dikkatiyle neye odaklanmış o ama belli ki istifini bozmaya değmeyecek, uzaktan seyretmekle yetiniyor. Kilitledikleri bakışlarının yönü, minder ettiği insanla aynı yeri paylaşsa da lazer kadar keskin dikkatiyle başka bir alemde yaşadığını gösteriyor. Kedi bakmadığıma bakan, görmediğimi gören, seçmediğimi seçen varlık.

Fotografta biri işbaşında, iki avcı. İnsan olan anı dondurmuş, avını bekliyor. Dinlenme halindeki kedi ise türünün akışkanlığıyla kendinin ettiği omuz ile baş arasında sonu yokmuş gibi görünen rahatını yaratmış. Fotografçı o soğukta bu duruşu ne kadar sürdürebilir? Ama bu, şimdiyi sağlama alma saplantısıyla geleceğe takılıp anı kaçıran insanın dert edeceği bir soru. Kedi için sadece an var. Onu varlığıyla öyle bir dolduruyor ki an zaman dışına doğru uzayıp gidiyor.


4 Nisan 2023 Salı

GÜNEŞİ PORTAKALLA ÖRTERKEN

Birini kafamda yerden yere çalarken düşüncenin keskinliğiyle kendim irkildim. Öfke yoktu içinde, incinme, içerleme. Duygu bakımından “kuruydu.” Safi ve seri düşünce. Düşerken tetiği çalıya takılmış bir makineli tüfek gibi sıralıyordum.

Ne oluyoruz? dedim. Soruyla beraber savunmaya geçen yanım diklendi:

Dediklerimin hangisi yanlış?!

Yok, diye kenara çekildim. Benim sorduğum merceğin önündeki değil, bu mercek ve arkasındaki. Yargının isabeti beni ilgilendirmiyor. Şu sarkastik dile, dayanılmaz doğruculuğa, yargılayıcılığa sen de bak. Memnun musun? Ben değilim. Güneşe tutulup odaklandığı yerde yangın çıkaran bu mercek belli bir hakimiyet, güç hissi verse de bana kendimi genel olarak fena halde kurumuş, daralmış, bütünden kopuk, çekildiği köşede pörsüyüp gitmeye eğilimli hissettiriyor. Getirdiği anlık tatminin bedeli fazla yüksek.

*

Üzerinde birleşilen yargılarda (şu seçim dönemi bunun olağanüstü bir örneği) ortak kabul görüp bellenmiş bir merceğin, hissiyatın dışına çıkmayagör, itiraz, avaz avaz bir protesto önce kendi içinden yükseliyor:

Ne yani, şimdi..

Yere göğe koyamadığımız kendi kafamız, duygularımız, tepkilerimiz farklı oluş, yaklaşım biçimlerinin önünde göze dayanıp güneşi örten iri bir portakal gibi.

Hani güneş daha büyüktü, al işte, kapadım gitti!

2 Nisan 2023 Pazar

YOM ASAL YOM BASAL

Gün tatlı başladı. Kırılganlığını iliklerimde duyarak tatlılığı içime çektim. Ufalanıp gidebilir. Her an. Herhangi bir şeyle. Tıpkı ümüğüme çöken bir bunaltının da çözülüp dağılması gibi.

Ya da şu, değişkenliğine doyum olmayan bahar havası.

Arapça’da bir deyişmiş: Yom asal, yom basal. Gün olur bal, gün olur soğan.

1 Nisan 2023 Cumartesi

SEÇİM DÖNGÜSÜ

 Arabaya bindi. Daha kemerini takmadan başladı.

“Deprem bölgesinden bunlara tek bir oy çıkarsa!.”

Sabahın 4’ünde kalkıp yorumlara, İnternet sayesinde kesintisiz izlenebilen tartışmalara dalmış. Ateş saçıyordu.

Dur, dedim, sakin ol, nefes al.

“Nasıl alayım?! Bir kader seçimi bu!”

“Tribe girmekle sonucu değiştirebilecek misin?”

Pazara gidiyorduk. Dikkatini gündelik şeylere çeldim, çok sevdiği doğaya. Yavaş yavaş yatıştı. Dönüşte, tam istediği genişlikte plastik bir kevgir bulmuş, seçimlerden uzak, kevgirle keyifliydi.

*

Müthiş bir aciliyet duygusu sarıyor insanı. Ağır bir şimdi ya da asla hissi. Umutsuzluktan, her bakımdan eriyip gitmekten bu kadar yılmışken, belirsizlikten hiç haz etmeyen beyin, öyle görünse de iddia ettiği gibi objektif (“Gerçek, bu! Nasıl görmezler!!”) olmaktan uzak, her tarafın kendi koşullanmaları, korku ve önyargılarıyla biçimlenmiş kanısını, algısını beton katılığına getiriyor.

Hep aynı şeye, aynı şekilde bakmak zorunda mıyım? Aynı ateşli duygusal tepkiyi göstermeye? Başka bir ölçeği, farklı referans çerçevelerini merak etmek günah mıdır? Sonucunu bir an için bir yana bırakıp zihnin algı/düşünce/inanç (seküler ya da dinsel) oluşturmasında tehdit algılarını, ihtiyaçları, diğer emosyonel dürtüleri gözeterek benim ve benim gibilerin doğru bildiğini mutlaklaşmaktan uzak tutmaya çalışmak? Hele kuşkunun, sorgulayıcılığın mubah olmaktan çok uzak olduğu bu diyarlarda ve hele “tam da bu zamanda?”

*

İnternette fikir yayınlarını ben de izliyorum. Tık nefes, hop oturup hop kalkan ya da özellikle şu sıra ilaç gibi gelen sedatif bir sükunet içindeki, görüşüne kulak verdiğim yorumcuları. Geçenlerde bunlardan biri, mahalle değiştiren, iki mahalleden de sevmeyeni çok olan birini konuk etti. Fazla dişe gelir bulmadığım bu konuk, diğerinin işite işite kanıksadığım (dolayısıyla kendimi rehavete kaptırsam “doğru” belleyeceğim) bir yorumuna itiraz etti: “Orada bir dur. Bu tarafla karşısının dilleri, hissiyatları, korkuları çok farklı. Yer değiştirdiğimden ben ikisini de işitebiliyorum. Burada asıl dile gelen..”

*

Yorumlar, yorumlar. Deneyimli, bilgili, geniş açılı ve kulağı delik kimselerin noktaları birleştirme yolları. Hayatın bu derli toplu çerçevelerden daha çok benzediği Rorschah testlerinden anlam çıkarma tarzları.

Aynı şeye aynı şekilde bakmak zorunda mıyım diyecek olduğumda ağzıma tıkanan itiraz hazır:

Bu zamanda birlik olmak zorundayız. Eğrisi doğrusunu, öylesi böylesini düşünme vakti değil!

Duygusal basınç, endişe ve korkular, tepki benim için de geçerli. Ama elimizdeki aletin, yıldığımız bu koşulları yeniden ve yeniden üreten tuzaklarına gözümü dört açmaya çalışıyorum.

Beni fırtınanın gözüne doğru çeken gerçi belki de sadece meraktır. Kıyamet koparken bile insanın kıyametler koparma özelliğine duyduğum merak.