Birini kafamda yerden yere çalarken düşüncenin keskinliğiyle kendim irkildim. Öfke yoktu içinde, incinme, içerleme. Duygu bakımından “kuruydu.” Safi ve seri düşünce. Düşerken tetiği çalıya takılmış bir makineli tüfek gibi sıralıyordum.
Ne oluyoruz? dedim. Soruyla beraber savunmaya geçen yanım
diklendi:
Dediklerimin hangisi yanlış?!
Yok, diye kenara çekildim. Benim sorduğum merceğin
önündeki değil, bu mercek ve arkasındaki. Yargının isabeti beni
ilgilendirmiyor. Şu sarkastik dile, dayanılmaz doğruculuğa, yargılayıcılığa sen
de bak. Memnun musun? Ben değilim. Güneşe tutulup odaklandığı yerde yangın
çıkaran bu mercek belli bir hakimiyet, güç hissi verse de bana kendimi genel olarak fena halde kurumuş, daralmış, bütünden kopuk, çekildiği köşede pörsüyüp
gitmeye eğilimli hissettiriyor. Getirdiği anlık tatminin bedeli fazla yüksek.
*
Üzerinde birleşilen yargılarda (şu seçim dönemi bunun
olağanüstü bir örneği) ortak kabul görüp bellenmiş bir merceğin, hissiyatın
dışına çıkmayagör, itiraz, avaz avaz bir protesto önce kendi içinden
yükseliyor:
Ne yani, şimdi..
Yere göğe koyamadığımız kendi kafamız, duygularımız,
tepkilerimiz farklı oluş, yaklaşım biçimlerinin önünde göze dayanıp güneşi
örten iri bir portakal gibi.
Hani güneş daha büyüktü, al işte, kapadım gitti!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder