26 Mayıs 2010 Çarşamba

İKİLİLER

Doğada bir yandan canlanırken sakinleşmek.

Yoğun bir yaşantı ertesi tatlı yorgunluğa karışan enerji doluluk.

Öfkeyle sarmaş dolaş sevgi.

Cazla Ateş Suyu.

Ateş Suyuyla da buz.

25 Mayıs 2010 Salı

BULUT İLE YEL DEĞİRMENİ



Anlatım aracının başka başka şeyler olduğunu hayal et.

Görüntüler. Müzik, bir caz piyanosu mesela. Belki bir topak seramik hamuru..

Uçlara kaydırdığın büyüklüklerle, onların bir aradalığıyla oyna.

İç içe geçişlerle, yumuşak eğriler, sivrilen yükselişler, dönüştükleri tınılar, kıvamlar, hislerle.

Mizahı, yoğunluğu, damıtılmışlığı, hamlığı.. onlarla anlatmaya bak.

Gazozu kaçan sözcüklerden başka şeylerle..

(Sözcükler demişken; adı yer değiştirip Yel Değirmeni ile Bulut olduğunda fotograf bir kez daha değişiyor.)

23 Mayıs 2010 Pazar

ÇIKIN




İzlenimleri yama işli örtüyü andıran rengarenk tatilden bir şeyler yazayım dedim. Yanıma aldığım yıllardır kullanılmamış defteri açtım. Düştüm içine. Tatile mi yamalı bohça dersin, buyur buradan yak.

*

Dedemin ana tarafı Avşar, baba tarafı da Anadolu’ya güneyden giren Türkmenlermiş.

*

“Aynaya karşı konuşma, buğulanır.” Mevlana

*

Ateş olan yerden duman çıkmayabilir. (Elmas yanarken duman çıkarmazmış.)

*

Babam: “Sen kendi kanatlarınla uçmadığın sürece anasının kanatları peşinde dolanan civcivler gibi olursun.”

*

Keith Jarrett/The melody at night with you

*

“Ruhun müziğinde ‘Haydi bastır, göster kendini’ temposu vardır. Kibir değil, coşku.” (Philip E. Humbert. Psikiyatristmiş.)

*

Öğretmeyi bir yaşam tavrı, refleks haline getirdiğinde öğrenme donup kalıyor.

*

“Bir yol için nereye sorusuna gerek yoktur; nereden sorusu yeterlidir.” Ernst Barlach

*

Gerçek olamayacak kadar gerçek.

*

“Acele etme ki yetişebilesin.”

Peki!

15 Mayıs 2010 Cumartesi

PEKİ YA..?

“Bunu yaşamam gerekiyormuş.”

Ne sık işitilir oldu çarşafa sarmış tecrübelerin ardından bu düstur.

Koşullar ters düştüğünden, ahmaklığımdan (ya da hadi, aklım daha iyisine yetmediğinden) demek yerine kaybı-gecikmeyi pamuklar içine yatırarak telafi etmek. Dayandığı varsayım:

Öğrenmemiz, kemale ermemiz için tam da bize göre tasarlanmış bir derslik/hayatta olduğumuz. Başımıza ne gelirse bir amaçlılıktan geldiği, boşa olmadığı. Önden ve hep bizim hayrımıza tasarlanmış bir dünyada rasgele olmayan ömürler sürdüğümüz.

Ne hoş. Yumuşacık. Tatlı kokulu bir merhem.

Peki ya bizi bu kadar gözetip seven, sadece iyiliğimizi isteyen bir tasarım filan yoksa ortada?

Şu bizim “derslik,” öyle ya da böyle idare edebildiğimiz koşulların karmaşa-düzen arasında gidip gelen dalgalanmalarından ibaretse?

Verili anlam diye bir şey yoksa; “anlam” dediğimiz sadece insana, onun kaos ve kaygıyla baş etme ihtiyacına özgü bir şeyse? Ve bizim bir zahmet onu kendi ellerimizle dokumamız gerekiyorsa?

Bizim için-bize göre tasarlanmış bir evren/hayat tasavvuruyla yaptığımız da bundan öte bir şey değilse?

ÖZETLE

İnsanlara neden kızarsın?

Öyle gerektiğini düşündüğün, buna inandığın gibi davranmadıkları, olmadıkları için.

Kızgınlığınla sonuçlanan halleri binbir biçime bürünebilir. Arkana akıl-mantığı, vicdanı, gelenek-göreneği, hak-hukuku da alıp kaya gibi sağlam gerekçelerle aslanlar gibi savunabilir, savunursun da esirgediğin onayını: Yerine göre diğerkamlıktan, umumun ya da onların kendi iyiliğinden, daha geniş perspektiflerden, vizyon vs.’den dem vurarak kızıl bir elma gibi parlatabilirsin.

Bunca şişip kabaran, çeşitlenen şey tek bir kapağın altına sığar oysa:

İnsanlara sana istediğini vermedikleri için kızar (incinir, düş kırıklığına uğrar)sın.

Bunu böylece bilmek yerine git dediğin yere gitmeyen eşeğe inatçı demek nasıl da yürek soğutucu, şiş indiricidir, değil mi? Hele bir de başkalarınca da paylaşılıyor, hak/haklı gördüğün şey onay alıyorsa.

Bağışla eşek. İnatçı olan bendim!

9 Mayıs 2010 Pazar

ARAMAK, BULMAK

Aramak (bir cevabı, çözümü, oluş biçimini) zihni sınırlıyor.

İki ucu keskin bıçak. Tek bir şeye yoğunlaşmak hedef alınana ulaşma olasılığını artırıyor. Ama bunun dışında kalana körleşme ihtimalini de.

Odak, aramaktan bulmaya kaydırıldığındaysa hasadı yapılan artık sadece tohumunu kendi ektiğin değil; topraktan biten her şey.

Zihnin huzmesi lazer olmaktan o vakit çıkıyor, genişliyor.

Oltayla avlanmak yerine ağ atıp denize öyle açılmak.

Picasso, işleyişi iki fırça darbesiyle anlatmış: “Ben aramam. Bulurum.”

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Hıdrellez - Seda işte - Picasa Web Albümleri

Hıdrellez - Seda işte - Picasa Web Albümleri

CHET BAKER


Hayatla, zamanla ilişkimi nefesli bir sazın sesine çevirseydim nasıl bir şey çıkardı ortaya?

Tempom soluk alıp verişimle uyum içinde olur muydu?

Yoksa nefesimle cümlelerim (yapıp ettiklerim, hissedişim) ayrı düşer, kesik kopuk mu olurdu?

Şurada yığılmış, üst üste gelenler birbirini bulandırır, karartırken hemen berilerinde anlamsız, rahatsız boşluklar mı oluşurdu?

Tek bir soluğun içinde nefesin sınırlarını hiç zorlamadan oyunsu, ışıklı, çabasızsa akıp gider miydi yoksa hareketim?

Trompeti bana, ruhuma yaklaştıran Chet Baker, cümleleri nefese (yaşam temposuna) döşemenin öyle bir ilhamını veriyor ki.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

ARI

Dağ evinde yalnız kalacağım arkadaşım sıkı sıkı tembihledi: Kapıları kilitle, dışarının ışıklarını da yak!

Güldüm. Issızlığın ortası kadar güvenli yer mi var? Yolumun üzerindeki kapıların anahtarlarını şöyle bir çevirdim. Işıkları kapayıp yattım.

Tatlı uykumdan elimdeki ani, keskin acıyla uyandım. Can havliyle fırlayıp ışığı açtım. Yorganı kaldırdığımda yatakta debelenen arıyı gördüm. Elime geçen ilk nesneyle saldırıp dört ayaklı ufak boy bir memeli hayvanı sakatlamaya yetecek şiddetle vurdum.

Kalp atışım normale dönerken silahıma takıldı gözüm: Walden. Thoreau’nun yaban hayatına övgüsü!

İnsanın iki yüzünü karşı karşıya getirmede reflekslerden etkilisi var mı?