26 Şubat 2017 Pazar

TENOR YA DA İŞİTSEL BİR TECRÜBE OLARAK EZAN

Semt, şehrin neredeyse bir binaya bir cami yönünde ilerleyen dizilişinden çok eskiye dayanıyor. Epey bir alanın tek camii iki sokak aşağıda. Açığı yükseltilen sesiyle kapıyor. Yüksek ses de yarım kavanoz tuz boca edilmiş tencere yemeği misali diğer her şeyi bastırıyor, üstüne çıkıyor.

Dayatma olarak algılamak ezici.

Onun yerine çoğu zaman kulak veriyorum.

Yeni ezanların operatik birer gösteri, iddialı yarışlar halinde icra edildiği bu devirde semt camiinin şimdiki müezzini yeteneğini dinleten bir tenor. Ama ne tenor!

Dünyanın bu kesiminden bihaber bir yerden gelmiş olsam onun pesten tize dalga dalga inişlerinde yürek deşen, ciğer yakan bir yakarışın kişisel trajedisini işitirdim herhalde. Çok içten, kapıp koyvermiş, ruhunu lokma lokma edip kanının son damlalarına katık etmekte.


Kaynakları ne kadar çoğaltılıp sesleri yükseltilir, yayıldıkları zaman bin bir ses oyunuyla uzatılırsa ezan ulvilikten o kadar uzaklaşıp müezzinden müezzine bir O ses Türkiye yarışına dönüyor sanki.

19 Şubat 2017 Pazar

AN ÖNCE

Havaalanı yönünde bir uçak. Yalpalayarak bir yay çiziyor. Hızı, kanat açısı, hareketi dengesiz. Etrafıma bakıyorum, düşecek bu diyorum ama yerde hayat havada olup bitenden kopuk sürüp gidiyor.

Güneydeydi. Kuzey ufkunda bu kez ters yönde yeniden beliriyor. Aynı kararsız yay daha alçaktan. Düşeceği kesin.

İçindeyim. Canhıraş bir panik. Serbest düşüşte uçuşan nesneler, savrulan insanlar. Haykırışları, ağlamaları, yakarmalar.

Göğsümde eriyik bir sınır açıldığını hissediyorum. Bir yanında insanların cehennemi korkusu. Diğerinde uçsuz bucaksız bir sükunet. (Bir jimnastikçinin iki hareket arasında tek ayağının üç parmağı üzerinde zamanı askıya alarak durduğu bar gibi.) Sınır bu ikisini eşit ölçüde erişilir kılıyor. Bana kalmış.

Çepeçevre kaosun ortasına, fırtınanın gözüne gidiyorum. Sessiz, dipsiz.


Hepsinin silineceği an sonraya kadar zamanın dışına çıkıyorum.

6 Şubat 2017 Pazartesi

ÇOK ÇOK


Telefonu kaparken sesini duyduğuma sevindim dedi. Şaşırdım. Sesimi hangi ara duydu ki? Kendininkini soluksuz boca eden oydu oysa.

Çok konuşanlarla baharatı fazla kaçmış bir yemeğin tadına varamaz gibi oluyorum. Önce. Sonra silinip gidiyorum.

Bir ara nefes almak için ee, senden ne haber dediklerinde de bu formatta söyleyecek şeyim olmuyor. Flaş flaş patlatacağım “olaylardan,” dramadan, görünür bir hareket ve renkten yoksun bir hayat benimki. İlgi, heyecan duyduğum, dikkatimi verdiğim şeyler aksiyonla değil gözlemle, sakin sakin yaşadıklarımdan gelenler: Karşındakinin transa girercesine daldığı ateşli konusuna ara vererek sana açtığı otuz saniyelik boşluğa sunabileceğin şeyler değil. Pazenin kenarına Amerikan bezi dikmeye benzer. Böylece geçiştiriyorum. Diğerinin canına minnet, lafa kaldığı yerden devam ediyor, ediyor, ediyor.

Yok, fark kumaştan öte.

Karşımdaki hayatı öğüten bir değirmen.

Bense.. şöyle bir değip geçen yel.


Böyle zamanlarda özlemini duyduğum, hayata birlikte bir alan açmak ve onu kafaların hazır kalabalığıyla tıka basa doldurmak yerine taze algıları serpiştirmek. Karşılıklı bir konuşma ve paylaşılan sessizlik.