Birbirine diş bileyen, köye yeni geleni taraflarına çekmek, diğerlerine karşı kışkırtmak için hummalı bir faaliyete girişen, her cümleleri şerefsiz! ile başlayan sakinler (!) Milli hastalık ev şişirmeye girişen taze komşu. Feleğin çemberinden geçmiş, seni, sıkletini, dişlerinin kuvvetini bir bakışta tartan, tek ayak üzerinde 40 hikaye uyduran taşeronlar.
Nasıl bir kazanmış bu,
sessiz sakin hayatımda hep uzağında kaldığım, dili dilime, kuralsızlığı kural
sayarlığıma uymayan, gücü gücüme hiç denk düşmeyen.
Kendimi bir anda refüjsüz
bir otobanın ortasında buldum. Bir oradan bir buradan hızla dürten uyaranlar,
havada çelişen vaatler, aslından uzaklaşan uzlaşmalar. Niyetler bulanık, tekinsiz. Bir
şey harekete geç! diyor, başka bir şey, dur, bekle. Dört bir yana
çekiştiriliyorum. Başkasını gözetmekten eser olmayan bir
ortamda doğruluk, tutarlık engel; bir sürü hayvanı gibi de davranamıyorum.
Bir Zen ustam olsa, içimi
okuyan şefkatli bakışıyla “Nereye takılmışın?” der, gözümü etrafımı alan, beni
serseme çeviren hareketten kendi içime çevirirdi.
Savaşmak ve bırakmak ile
başka birkaç şeyde zihnin berrak. Bedenin, duyguların, hislerin neden bu
kargaşa içinde? Neye asılıyor, aynı anda neden kaçıyor, saklanıyorsun da böyle
allak bullaksın, bu karşılaşma ertelenmezliğiyle neleri su üstüne çıkarıyor?
Kavrayışı berraklaştırmak
bir şey. Onu hayatına yedirmek bambaşka.
Hayat ise, buyur, burnunun
dibinde. Hızlı tarafından topyekun bir aydınlanma yaşamayacaksan sadece
içindeki çözülmemiş meseleleri yansıttığı için böyle silkeleyici olan bir
tecrübeyi nasıl geçireceksin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder