9 Ağustos 2015 Pazar

ECRİMİSİL

Deftere adımı yazdırdım. Masadaki askıdan yuvarlak pleksiglasa basılı bir numara çektim. Görevliyle numaranın ait olduğu şemsiyeye yürüdük. O, şezlongların asma kilidini açar, zinciri şakır şukur çıkarırken tuh dedim, tam da yerini seçmişim. Yanı başımda çakıllara serdikleri yalın kat havlulara uzanmış asık yüzlü genç bir çift vardı. Onlara, diğer şezlonglara ihtiyacım yok, isterseniz buyurun alın dedim. “Biliyorum, tuhaf bir durum ama..” Şaşırdılar, yüzleri gevşemedi ama kibarca geri çevirdiler. Ayrımın baş ve ayak, iki ucunda böyle dip dibe olmak geriyordu. Ben defterimi açtım, onlar suya girdi.




Nereden çıktığı belirsiz bir ayrışmanın şaşkın, mahcup, öfkeli iki tarafındayız. Kişisel kaprisler? Çıkar çatışmaları? Kafka’yı mumla aratır bir hukuki bulanıklık? Muhtemelen sonuncunun açtığı kapıdan işin içine dalan diğerleriyle.

Dağın eteğinde bir yazlık site burası. Bir süre önce statüsü değişerek dağın öbür yanındaki beldeye bağlandı. Arada koca bir tepe, onun mahallesi sayıldı. Belediyelerin ilçelere bağlanmasıyla yönetim değişerek daha da uzaklaştı. Kıyıların kullanım bedelini (sesi müshil ilacı çağrıştıran ecrimisil) yıllardır ödeyen siteye hayır, dendi; buraları halkındır, açacaksınız. Peki, üstelik çok yüksek olan o kirayı neden ödüyorduk? Cevap yerine kafaların kaşınma sesi gelmiş olmalı. Ama bunun yanıtı verilemedi. Kararının önü arkasını ne kadar düşünmüyorsa iknaya da gerek duymayan “buyurdum-ola!” devlet geleneğimiz toz toprağı birbirine kata, garip durumlar yarata hükmünü icra etti.

En kıtı su olmak üzere kaynakların kullanımı nasıl olacak? Su siteye ancak yettiği-yetmediğine göre nüfusu birkaça katlayan dışarıdan gelenlere siz su getirecek misiniz? Yo, öyle bir çaba görünmüyor. (Buna karşılık, izlenmek üzere ayaklarına çip takılan yaban kazları misali, sensorlu turuncu duş bilezikleriyle dolaşmaya başladık. Müdüriyetten düzenli duyurularla da merhamete gelip duşları yabancılara kullandırmamamız önemle hatırlatılmakta.)

Yığılan çöpler?

Orada burada kontrolsüzce yakılan mangallarla artan orman yangını riski?

Ya parasını verdiğimiz şezlonglarla şemsiyeler? Mülteci kabulü sorusuyla yüz yüze gelen memleketlerin ikilemine bu mikro düzeyde düştük. Ben-sen, benim-senin değil refleksiyle, iş gerçeğe binince romantik cazibesiyle zorlayıcılığından kaybeden ya insanlık?! sorusu..

Belediyenin şezlonglarınızı su çizgisinden 5 m öteye çekin buyruğu yerine getirilmedi, belediye de fazla üstelememiş görünüyor zaten. (Bu arada, bir berraklık, tutarlık varmış izlenimi yaratan “5 metre!” gibi kesinlikler, Alice’in bir türlü uyanamadığı harikalar diyarının parlak nişanlarından.) Yerine, personel sayısı iyice artırılarak bu zincirli yöntem uygulanıyor. Adını deftere yazdırdıktan sonra.. Bir tür cezaevi ziyareti gibi. Asma kilitler, anahtarıyla önüne düşen görevliler, zincir şakırtıları. Ve ne olduğunu anlamadan (biz çok mu anlayabiliyoruz?) kendini sahip olarak senin ayakucunda bulan, kafası karışık, kızgın, dışarıdan gelenler.

Kızgınlığınız anlaşılır bir şekilde ilk gördüğünüze, turuncu bilekliğiyle ben ayrıcalıklı yaban kazına yönelebilir. Ama inanın bana, siz yerde, ben şezlongda olsak da aynı bulanık çorbada yüzüyoruz.


İki kere ikinin kazara dört ettiği diyarda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder