4 Ağustos 2015 Salı

HACIYATMAZ

Çocukluktan çıkar ayak içimi en çok gıcıklayan oyuncaklardan biriydi. Şöyle bir kumaş gövde ve karton kafadaki kurşun ağırlığıyla eğimlerden bırakıp tepe üstü taklalar atışını gülerek seyrettiğimi hatırlıyorum.

*
Farkındalık meditasyonunda durmadan vurgulanan, asıl “sığınağımızın,” yuvanın yaşadığımız an olduğu. Şu (hiç de boş bir kumaş kılıftan ibaret olmayan) bedene, fiziksel gerçekliğe dönüşte bulacaklarımız. Ağırlık merkezini kafalarımızı kartonlaştıran kurşun düşüncelerden saf, açık bir farkındalığa çevirmek ve hayatı bir de böyle yaşamaya bir şans vermek.

Kafası etrafında taklalar atan hacıyı bir oturup sakinleştirmek ve endişeli, oradan oraya sıçrayan, atacak çamur arayan çenesi kapandığında her nasıl olursa olsun şimdi-burada yaşamanın doyumuna varmak.

*
İki koyu birleştiren toprak yolda tüm dikkatimi tabanlarıma vererek yürüdüm. Kuru, çatlak toprağın kendine özgü cevabı. İrili ufaklı taşlara basan, diken öbeklerinin etrafından dolanan, araziye hayranlık verici bir akıcılıkla uyum sağlayan ayaklar, bilekler. Sesler sonra, kokular. Dönüp içimden geçen hislere baktım. Kaynakları ve nesnelerine değil, dokularına. Yoğunluklarına, ışık geçirgenlikleri ve tonlarına (sevecen, ilgili, kayıtsız). Belli belirsiz esintinin terli bedenimi yalayışını izledim. Düşünceler belirdiğinde (huylu huyundan geçmez) iteceğime ya da peşlerinden sürüklenip kaybolacağıma dikkatimi usulca an’a geri getirdim.

Farkındalık için dediklerinin isabetini bir kez daha içten dışa, kendimde bildim.

*

Hacıyatmaz son çocuk oyuncaklarımdan biriydi. Yerini yetişkin oyunlarına bıraktı. Kafaya kurşun gibi ağır bir rol veren, oyun olduğu seçilemeden oynanan oyunlara.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder