26 Ağustos 2015 Çarşamba

KAR

Orhan Pamuk’un Kar’ını duygusuyla serinlemek üzere en sıcağa bırakmıştım.

Sıcağı da soğuğu da silen etkisi bambaşka oldu.

Kars’a, kara, kapatılmış-yalıtılmışlığa gömüldükçe ışığım cılızlaştı. Yakın tarihin roman yorumunda dışarıdan bakmayı mümkün kılan sıkıştırılması, yoğunlaştırılması bana sarsıcı bir şey göstermekle kalmadı, bunun ülkenin denk geldiği bugününde nasıl alabildiğine geçerli olduğunu da hissettirdi. Yediği yumrukla ciğeri sönen biri gibi soluğumu kesti.

Bir nesnenin kübist yorumuyla resmedilişini andırarak kırılan, çarpıtılan, üst üste bindirilen olayları kaba, sığ bir anlatım olarak –yer yer can sıkıntıma hakim olma çabasıyla- okumaya başlamıştım ki darbe parodisiyle birden uyandım.

“Soğutucu,” izole edip mesafe koyucu, saflaştırıcı kar çemberi içinde, görünürdeki canhıraş olay-hareket, çatışma, geçişimin, sözüm ona dinamizmin ötesinde yatan durağanlık çarptı beni. Türk-Kürt milliyetçisinin, solcusu, Atatürkçüsü, radikal İslamcısı, darbecisi, oportünisti, militanının, durağanlığı bir adım öteye götürmeyen, onun değirmenine birlikte su taşıyan piyonlarından ibaret olduğu bir oyun gördüm. Kendini mühim, vazgeçilmez, doğru, haklı sayan ya da kronik bir kıyaslama sonucu aşağı buluşuyla ne yapacağını bilemeyen figürlere, çalkantılı bir denizde görünümün aldatıcılığına rağmen su moleküllerinin yer değiştirmemesi (hiçbir yere gitmemesi) çelişkisi açısından baktım.

Kar ve bir romancı olarak Orhan Pamuk üzerine söyleyebileceğim başka şeyler de var ama okuyuşuma damga vuran bu sarsıcı uyanış oldu.


Hâlâ da kendime gelebilmiş değilim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder