Anlaşmazlıklarda, çatışmalarda haklılık iddiası kadar
körleştiren, yolu baştan kapayan ne var? Bu iddianın doğrudan gidip
dokunulmazlık, tartışılmazlık zırhına bürünmesi değil mi kulakları, gözleri,
yürek ve zihni diğerine kapayan? Haklılığın dayandığı gerçekte belirli bir
bakış, kimi çok uzun bir geçmişe uzanan koşullanmalar, yani bir düşünce iken,
bunu mutlak bir gerçek olarak almak değil mi karşı tarafın da aynını tam ters
yönden tutturmasıyla korkunç bedeller ödeten?
Bir amaca yönelmek, durumu değiştirmeye, iyi bildiğine
çevirmeye çalışırken bunu karşındakini kale alarak, uzlaşma arayarak yapmak bir
şey, haklılığının sözüm ona kutsallığını arkana alıp diğerini ezmeyi,
bastırmayı, yok etmeyi mubah görüp göstererek yapmak bambaşka şey.
Bu toz duman ve kan döneminde çok mu naif?
Fikirleri, inançları hayatın üzerinde görerek hiç de
kaçınılmaz olmayan bunca acıya yol açmaktan daha mı aptalca?
Karşılıklı geçip kulakları, aklı, kalbi sımsıkı kapayarak
avazlar çıktığı kadar “Ben haklıyım-sen haksız-yaptığıma müstahaksın!” diye
haykırmaktan?
Hiçbir çıkış sunmayan bu döngüde debelenirken çoğunluk
başkalarının kanını kendi fikirlerin uğruna dökmekten, dökülmesine seyirci
kalmaktan?
Üzümünden geçtim, bağcısını dövmekten de; bağı nefretten
başka şey bitmez hale getirmekten?
Evet diyorsanız, buyurun, bu zehirden içmeye devam edin.
Bu, insanların acımasızca manipüle edildiği bir güçler savaşı. Hedefi barış, uzlaşma değil, ezmek,
bastırmak, ağır basmak. Ama biz sıradan insanların zihniyetiyle nasıl
desteklendiğini, beslendiğini görmek zorundayız. Büründürüldüğü kılıkların,
oltasına takılan yemlerin, gösterdiği öcülerin ötesini görmek.
Ve ilk adım nede birleşeceğimize karar vermek: Savaşta
mı, barışta mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder