7 Eylül 2019 Cumartesi

RÜYA İÇİNDE RÜYA: BUZ OTOBÜS


Rüyamda rüya görüyorum. Rüya gördüğümün de farkındayım. Boğaz gibi bir yeri güneyinden kuzeyine (çerçevenin sağından soluna) kayarcasına kat ediyorum (otobüste olmalı ama araç algı alanımda değil). Görüntüler bir anda olağanüstü bir parlaklık kazanıyor, renk kalitesi göz alıcı. Denizin üzerinde minicik insanların rengarenk giysiler içinde tırmandığı çıplak, yer yer karlı yalçın tepeler beliriyor. Kayboluyor. Köprünün (Boğaz köprüsü olmalı) altından geçiyoruz -sualtından görünen bir denizaltı gövdesini andırıyor, siyaha yakın gri, meşum bir buğululuk verilmiş. İnsan nasıl kulak kesilir, ben de göz kesiliyorum. Hız, kayarca gidiş hiç kesintiye uğramıyor ne de görüntüler! Kar ve buz, beliren yamaçlarda, tepelerde, sivri kayalıklarda giderek daha çok yer kaplıyor. Hepsi üzerinde insanlar hep minicik. Büyüklük ne kadar yakınsa insanlar o kadar ufalıyor, uzaklaşıyor.

Derken doğrultu değişiyor. Yanlarından geçmek yerine üzerlerine doğru gitmeye başlıyorum. İlk (galiba) tepeye yaklaşırken bir süredir işittiğim elektronik müzik tekno rap gibi bir şeye dönüşüyor. Fransızca. Genç bir erkek sesi tu es sans fautes sauf que (?) sombre diye söylüyor. Ses kalitesi de görüntülerinkine denk. Rap’te Fransızca bir incelik var, nüanslı.

Uyanınca bunları yazmalıyım diyorum ve rüya içinde uyanıyorum. Otobüsü o vakit görüyorum. İçindeyim. Her yanı karlanmış eski bir buzdolabı gibi kar-buz kaplı. Sadece görüntüler içinden geçerken benim oturduğum yer (sağ tarafta ikinci ya da üçüncü sıra) toprak kalmış. Oraya şimdi karşısından bakıyorum. Koltuklar yok. Tatlı sarı, sıcak bir toprak burası. Afrika toprağı sanki, kıyısında yan yatmış alçak kenarlı, geniş ağızlı bir çömlek duruyor.

Bilgisayarım, bilgisayarım nerede? Rüyayı unutmadan yazmalıyım diye arkaya kadar gidiyorum ama her yan kar-buz altında.

Bilgisayarım yok. Her kim iseler götürmüşler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder