22 Eylül 2019 Pazar

HOMO FABER


Kafka’nın Amerika’sından hemen sonra Homo Faber’i okudum. Bunca zaman neredeymişim diyerek ilk kez okuduğum İsviçreli yazar Max Frisch’ten.

Amerika bir kez de onun romanında karşıma çıktı. Kafka’nınkinden çok farklı. Bir dünya görüşü iflası karşısındaki isyana yansıyan bir Amerika bu kez.

Ama Amerika burada kahramanın, yapan/eden/eyleyen adamın (homo faber) harcında yer alırken hayatın okkası altında hızla yamyassı olan bir arka plana dönüşüyor.

Walter Faber bir mühendis. Filtresi verimlilik, mantık, anlaşılırlık. Temiz. Net. Fazlalıksız. Objektif. Mesafeli. Duygularmış, tutkularmış, tutarsızlık, sezgi, içgüdü, imgelemmiş, sanatmış, elinin tersiyle kenara ittiği şeyler. (Uçağının zorunlu iniş yaptığı çölü bile bir mühendisten ibaret yaşayabiliyor.)

Ama derken..

Max Frisch meğer ne müthiş bir yazarmış! Walter Faber’in ağzından mekanik ve mistik, özdeşleşilen ve kategorik olarak reddedilen iki algılama biçimi olarak aynı anda ete kemiğe büründürülüyor -ki nefesli bir sazdan aynı anda iki ses çıkarabilmek kadar esaslı bir hüner olduğunu düşündüm.

Tempo, kurgu mükemmel. Almanca Frisch’in elinde/Faber’in dilinde Kafka’nınkinden ne kadar farklı! Son derece kıvrak, ekonomik, ritmik. Tıkır tıkır işleyen bir alet.

Hayat teknik bir olay olmaktan çıktığında, safi kafa adamımız yönünü kaybettiğinde, Yunan trajedileriyle aşık atan olay örgüsünde bile bu olgusal dil hakim ton olarak kalıyor. Homo faber’in optimum hale getirilmiş enstrümanı görünürde. Gerçekteyse işinin ehli bir yazarın olmayanı (dışlananı, baskılananı) olanda verebilme ustalığı olarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder