21 Eylül 2019 Cumartesi

AMERİKA


Kafka’nın Amerika’sı.

Sofradaki hangi özel aletle tutup etini nasıl çıkaracağımı bilemediğim nadir bir deniz kabuklusu gibi başladı okumam. Taslak olarak elime gelse yazarını incitmeden geri çevirmeye çalışırdım diyerek.

Bir süre sonra beni rahatsız edenin bu roman değil, ondan standart beklentilerim (kurgu, öykü akışı, karakterlerin gelişimi, tempo, sürükleyicilik, tutarlık vs) olduğunu fark ettim. Süzgecimi bir yana koyup malzemeye odaklanarak yola devam ettiğimde Amerika’nın sundukları başkalaştı. Onu serbest bir metin olarak ve kendine özgü tadını alarak okudum.

Bir tema etrafında çeşitli rüyaların kaydı gibi. Rüyalardan gerçeğe yakınlık ya da inandırıcılık bekleyemezsiniz. Ne de keyfinize göre uzayıp kısalmasını. Rüya rüyadır. Kendi debisiyle akar, olur, biter.

Buram buram Orta Avrupalı düşçümüzün imbiğinden geçen bir Amerika (fikrinden önce) hissi bu. (Almancası Amerika’yı Amerika’dan daha da uzaklaştırıyor.)

Grotesk figürler (bir tonluk şarkıcı Brunelda!), tuhaf tuhaf epizodlar.. Ama sonra beklentilerimden azade kıldığım bu metin, damağımda bıraktığı okkalı tatla en az roman gibi bir roman kadar iş başardı.

Ne nasıl anlatılırsa anlatılsın, amaç da nihayetinde bir kalemde geçilmez bir izlenim bırakmak değil midir?

Ve belki de Kafka inandırıcı olmayışı, groteskliğiyle uzaklaşır göründüğü Amerika’dan tam da bu şekilde bir şeyler yakalamış sayılmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder