5 Eylül 2019 Perşembe

BEN UFAK SARI LASTİK BİR ÖRDEĞİM


Güneş iyice eğilip yeryüzüne dizleri arasından bakmaya başladığında denize batıdan giriyorum. Gazze şeridinden (adına beton bir inişin ucunda daracık kıyısı ve taşlı, kaya parçalı zor girişinden ötürü böyle diyordum). Basamaklar dolusu tokyo, peşkir ve tiz çocuk çığlıkları arasından.

Beton çöllerine bile ruh katan o vakitlerin demli ışığı doğanın göbeğinde kalabalığı, gürültüyü sıradan, yavan şikayetin ötesine geçiriyor. Bakışım onunla tatlanıyor.

Gün sonunun ışığı harlı-kısık, uzun ateşlerde pişmenin, demini almanın, anaç bir şefkatle babaca bir anlayışın ışığı sanki. Sarıp sarmalıyor. Duyularımdan gönlüme iniyor. Beni benden soyup suya salıyor.

Buradan en uzağa açılan yün takkeli, ak sakallı dedeyi de geride bırakıp güney-batıya doğru gidiyorum. Korsan koyu açıklarına. Kulaçlarım da bacaklarım da bahardan beri biraz daha güçlü. Bildiğim ama işe koşmadığım bir güç. Yavaş yüzüyorum. Göbeğimdeki metronom ne kadar derse o kadar. (İçine kulak verdiğinde tempon dışından, tependen dayattığından ne kadar da farklı. Doğru.)

Sadece suyun, varsa esintinin sesleriyle kuşatıldığım yerde sırtüstü denize uzanıyorum. Ellerim başımın arkasında, beşik ve beşiktekiyim.

Düşüncelerden başlayarak çözülüyorum. Yaralar, yargılar, patlıcan suyu gibi acımış hisler. Ama iyilikler, güzellikler, olgun bir meyve gibi doygun hisler de. Bir öznesi-insanı olan ne varsa kumaşı suya batırılan bir mürekkep lekesi gibi dağılıyor gidiyor. Suyun hareketi dolaysızca bedenimde dalgalanırken açılan boşluk sırf var olmakla doluyor.

Geride bıraktığımla gagası kırmızıya boyalı ufak sarı lastik bir ördeğim o vakit.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder