27 Nisan 2012 Cuma

ÖTE YANDAN

Öte yandan (bir önceki yazı), hayatımızı etrafına geçirdiğimiz “düzen” ve ona ilişkin alışkanlıkların tamamen keyfi olduğuna canlı bir tecrübeyle uyandım. Belki makul, geçerli dayanakları var ama başka makul, geçerli dayanakları olan şeyleri bırakıp bunları benimseyişimiz, evet, düpedüz keyfi.

Bir “kızlar akşamında” konu gündelik düzen ve hijyen takıntılarımıza geldi. Herkesin kendininkileri sayıp döküşünün ardından kahkahalarla gülmeye başladık. Biri çamaşırları tersyüz etmeden asla makineye atmıyordu. Birinin takıntısı kokuydu ve nesneleri belki kirden bile önce kokudan korumaya-kurtarmaya bakıyordu. Ütü konusunda yelpazemiz blucinleri bile ütüleyenle ütüyü kötü bir ruh gibi görüp hayatından uzak tutanlar arasında açılırken buzdolabında yumurtaların üzerine hiçbir şey (hele kesilmiş limon asla!) koymayanların yerlerde yuvarlanan toz öbeklerine bir itirazı yoktu –yumurtaların üzerini kesilmiş limonların duracağı ideal yer belleyenlerin ise tahammül edemediği, evlerini kum fırtınası çıkmış çöl yüzeyi gösteren bu toz topaklarıydı. Birinin gözü önü derli toplu olmalıydı. Başka birinin içi asıl kapaklar, kapılar ardındakilerin jilet gibi oluşuyla rahat edebiliyordu. Vesaire vesaire vesaire.

Yani, dedim, bütün bu küçük takıntıları tek bir kişide toplasak ortaya çok ağır bir obsesif-kompülsif bozukluk vakası çıkardı! Neyse ki kendi keyfi seçimlerimizi yapıp gerisini salıyoruz çayıra.

Ama -zurna da burada zırt diyor- bu da bizim kendimize özgü, şu ya da bu kadar işlevsel antikalığımız deyip geçmek yerine oluşmuş, pekişmiş alışkanlıklarımızı, düzenimizi evrensel bir amentü haline getirmeye meylediyor, insanları bunun ardından değerlendiriyor, eleştiriyor, yargılıyoruz.

“Ne?! Sen çileği sabunlamaz mısın?!!”

“Hayır ama ortalıkta tek bir tel saç teli, kıla tahammül edemem bak!”

Benim takıntım senin takıntından üstün!

Neden ki?

E, çünkü diye başlayan usavurmalar tek bir şeyi yeniden gösteriyor; keyfiliği. Seçimlerimizi psikolojik bir vatanseverlikle savunmamızın altında yatanı açıkça görüp kabul edip söylemek, gülünçlüğümüzü itiraf etme yürekliliği istiyor. Oysa ardından gelen rahatlama ne hoş. Ve böyle ciddi ciddi nöbetini tuttuğumuz, canımızı dişimize takıp savunduğumuz şeyin başına dikildiğimiz boş bir kulübe olduğunu anlayıp kahkahayı basmak.

Daha üstün çünkü BENİM kabulüm, BENİM düzenim!

*

Tercihlerimizin bizim için işlevsel oluşuyla yetinmek yerine bunları genel geçerli doğrular haline getirip öyle görmeye, kabul ettirmeye çalışmak.

Pek çok rahatsızlığın, sürtüşmenin altında yatan bu değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder