31 Ocak 2024 Çarşamba

YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR

Hareketsizlik, bilim insanlarının oturmayı sigaraya denk tutacağı kadar ciddi bir sağlık tehdidiymiş. Öyle haftada 1-2 ter döktüren egzersiz ile savuşturulacak gibi de değil. Sandalyelere, koltuk kanepeye çöktürüp kaldırmayan bugünkü hayatın iliğimize işlemesiyle her anımıza yayılan bir doğamızdan kopuş bu.

Paleoantropolog Daniel Lieberman (son kitabı Exercised: Why Something We Never Evolved to do is Healthy and Rewarding) bir kabileyi gözlemlerken ne zaman “egzersiz “dese çevirmenin zorlandığını fark edip sormuş. Sürekli hareket halinde olan bu “primitif” insanlarda böyle bir kavramın karşılığı yokmuş. Lieberman’ın egzersiz için koşu yapan insanlarını da anlamamışlar pek.

“Niye ki?”

“E, öylemesine, eğlenmek için.”

“Ha ha! Eğlenmek için de koşulur muymuş?!”

Bize ve onlara “doğal” gelen! Fazladan bir faaliyet olarak koşmaları gerekmiyormuş. Gündelik yaşamlarının hareketi bedenin temel yapısıyla uyumluymuş. Bunun sonucunda metabolik sağlıkları da yerinde; bizi pençesine alan ölümcül kronik hastalıklardan, akıl sağlıksızlığından uzak. (Onların derdi de enfeksiyonlar, zehirlenme, bakteri, virüs hastalıkları. Bizim aşıp ardından derede boğulduğumuz bütün o deniz.) İki iş arası dinlenmeleri bile dinamik, diyor Lieberman. Çömeldikleri yerde şöyle bir soluklanırken bile kasları çalışmaya devam ediyor. (Bizim unutup gittiğimiz çömelme, epey bir para sayacağınız spor hocasının size belletmeye çalışacağı “izometrik” hareketlerden.)

Bizimse hareketi hayatlarımızdan daha da uzaklaştırmak için kaç paraysa veriverelim deyip yer açtığımız bir sürü ıvır zıvır ve icat (Siri’ler, robot süpürgeler, bizi zihinsel hareketten de kurtardı kurtaracak Yapay Zeka :) (Michael Easter’ın kitabı The Comfort Crisis, ölçüsüz rahatına düşkünlüğün vardığı uçları, gelip tosladığı duvarı konu ediyor.)

Her neyse. Sacayağının iki ayağı beslenme ile hareketi önüme çekeli (kalın, uzun, bol rüyalı uykununsa ilgime ihtiyacı yok) kendimi bir yapbozun parçalarını kutudan çıkarmış, yüzlerini çevirmiş, orası burasından girişip ilerleyerek resmi açığa çıkarmaya koyulmuş gibi hissediyorum. Aradığım, karşıma çıkan her bilgi, beliren şablonun bir yerine oturuyor, kişisel deneyimle doğrulanan pekişiyor, daha da gitmek için önümde uzanan havuç oluyor.

“Atıştırmalık hareket” fikri de hareketliliği gün içine serpiştirerek özgün tasarımımıza hizmet eden böyle bir yapboz parçası olarak avcuma düştü. Bir süre oturduktan sonra kalk, bir şeyler atıştırmak yerine kısa egzersizler yap. Oturdukça oturuyorsak tersi de geçerli; kımıldadıkça kımıldayası geliyor insanın. Abur cubur nasıl kendi iştahını açıyorsa hareket de öyle. İmiş meğer.

30-50 dakikalık günlük egzersizin ardından aralarda kalkıp duvar oturuşuydu, el-bilek çalışması vb’ydi birer beşer dakikalık hareket ediyorum. Akşamüzeri kısa bir yürüyüş ve kanım hızlanmış, taşıdığı oksijen beynimi-ruhumu havalandırmış, dönüp günü derin bir nefesle kapatmaya hazırlanıyorum.

Oturup dururken gözümüzden kaçan belki de en önemli şey, hareketsizliğin, dört bir yanda artan baskı ve çaresizlik hissiyle birlikte elimizden aldığı eyleme-değiştirme gücü (agency).

Hareket bunu geri veriyor. Karalar bağlayıp oturduğu yere çöken insan, kalkıp bilinçli-niyetli üç adım attığı an bir şeyler temelden kımıldanmaya başlıyor. Ben hala buradayım, dünyanın değişiminde söz hakkım hiç olup gitse de hayat, şu kolu bacağını oynatabildiğim bedendeki hayat için hala yapabileceğim şeyler var. Sağlık için, var olma gücü için. Bir psikoterapistten aktarma söz doğru görünüyor: Hareketi işin içe katmadan  depresyonu iyileştiremezsiniz. Çepeçevre yılgınlığı, yitirilmiş eyleme gücünün karanlığını aynalayıp çoğaltmaktansa lambanın yağını değiştirip fitilini uzatmak daha iyi değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder