27 Ocak 2024 Cumartesi

GELİN KAYAĞA GİDELİM

“Üstelik düşmek riskli benim için ama ne bileyim işte, arkadaşa peki dedim.”

Bir kayak kaçamağıydı. Orada da fiyatlar alıp yürümüş, dedim, öyle mi?

“5-6 gün aşağı yukarı bin dolara geliyor” deyince gözlerim açık kalmış, ayda 100-150 bin harcıyorsan oranlı ama yoksa zenginlere bırakılacak işmiş dedim.

Seçimini (buna ne kadar “seçim” denebilirse) doğrulama ihtiyacıyla “Kar da çok güzel oluyor orada, ağaçlarla filan” dedi, ardından usulca isyan etti: “Hem zaten onu yapma bunu yapma, nereye kadar!”

Örneğini adım başı gördüğüm bu sürüklenişe karşı hafif bir tiksinti duyarak “E o vakit afiyet olsun” dedim. “İyi paketmiş işte, düşme riski de dahil.”

*

Zevk var zevk var, diyor bilim insanları: Hedonik zevk ile ödomonik haz/iyilik hali (eudaimonic well-being). Beyin bu ikisinde farklı işliyor; uyarılan bölgeleri, salgılanan çeşitli hormon farklı, dolayısıyla sonuçları psikolojik, zihinsel ve bedensel olarak neredeyse taban tabana zıt.

İlki, dizginleri salmakla gelen. Yorucu bir günün ardından tv’nin karşısına geçip art arda dizi bölümleri izlemek, sosyal medya ormanında yitip gitmek, avutucu-onarıcı olarak abur cubura, tüketime uzanmak vb ile kendini şımartmaktan devşirilen zevk. Anlık bir seçenek olarak başvurulduğunda iyi. Değişiklik, kafa dağıtma, tekdüzeliğe bir kontrast, renk sunuyor. Bunda can alıcı olan, doğasını, sınırlarını bilmek, tadında bırakabilmek. Tıka basa çikolatalı o pastadan bir çatal ile alacağını alıp orada kalmak. O vakit hedonik haz yüksek oktanlı bir yakıt olabiliyor.

Sorun, yüklendikçe buna yüklenmede. Hedonik zevk, insanı bütünlüğünde görmeyip kalanın aleyhine bir parçasını kayırmakla geliyor. Metabolik sağlık pahasına şekerin tadı, zaten zorlanan bütçelerin artan borca kayması pahasına tüketimde kuyruğu dik tutarak korunan benlik imgesi. Tekrarlandıkça baştaki vurucu etkisi monotonlaşıyor, dozu artırılarak sürdürülmeye çalışılıyor. Kalıplardan, stresten kaçış olarak başlayan davranışın kendisi dar bir kalıba, strese dönüyor.

Ödomonik iyilik halinde insan aradığı kabulü, anlamı, doyumu kendi içinde bulmaya başlıyor. 

Bu halde her şeyin yolunda, sorunsuz, ışıklı, ışıltılı, daimi bir gül bahçesi filan olması gerekmiyor. Dış alemin sana dayattıklarını, içselleştirdiğin sesini bırakıp belki de ilk kez ahkamlar kesmeden varoluşuna, İnsana kulak kesilmen yeterli. Çelişik, defolu, tutkulu, güçlü, zayıf.. Etiketler ve sınırlayıcılıkları ötesinde varoluşu iman tahtanda duyman. Kendini bütününde ve dolaysızca kavraman. Olmanın hazzı. Bunun da ucu bucağı yok. Hep oracıkta. Sürdürülebilir -çünkü kendisi zaten süregidişin ürünü bir his. Tadını kaçırmak ya da tadında bırakmak gibi doz ayarları gerektirmiyor. Ve bedava!

*

Hayattan aldığın zevk, tüketmeni, yapmanı etmeni şart koştuğunda bunları yapabilme gücünle sınırlanıyorsun. Psikolojik gücün, suyun kaynağını açıp kapama erkini elinde tutanlara havale oluyor. Ağır bir dışa bağımlılık.

Hayattan duyduğun haz oldurmaya değil, olmaya dayandığında temel ihtiyaçların karşılandıktan sonrası keyfe keder. Gücün, dolayısıyla özgürlük (istediğini yapabilme) hissin cebinde daha şu kadar para olmasına bağlı değil. Tersine, bundan bağımsızlaştıkça daha dik durur oluyorsun.

İlkinde asabi bir tepkisellik ve kısır isyanlarla (“Onu yapma bunu yapma, nereye kadar!”) için içini yerken ikincisinde tepkiselliğin yerini muhakeme alıyor. Kanın serin, dingin.

Bin dolara kar görmesen de olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder