8 Haziran 2019 Cumartesi

KORKU ÜZERİNE


Krishnamurti’den.

Korku nedir? Korku kendi başına varolamaz. Bir soyutlama değildir. Soyutlama ancak kişi korkudan kaçıp bir fikre, bir kavrama, belirli faaliyetlere sığındığında varlık bulur. Diyelim birisi korkmakta, zihniyse bununla yüzleşme yetisinden yoksun, kaçmaya bakıyor. O zaman bu kaçıştan, korku olgusundan kaçıştan doğan herhangi bir düşünce, herhangi bir faaliyet bir soyutlamaya, çelişki dolu bir yaşama yol açar. Çelişki dolu bir yaşamsa daha da çok korku, daha da çok çatışma ve varoluşun tüm o karmaşıklığını getirir. Onun için korkuyu anlamanız gerek, çünkü korku yanılsamaları doğurur, korku zihni durağanlaştırır. Çeşitli nedenlerden ötürü korktuğunuzda zihninizin nasıl da mutlak olarak geri çekildiğini, kendini soyutladığını ve anında kendini bu durumdan çıkaracak birilerini aranmaya koyulduğunu bilmiyorum fark etmemiş misinizdir; zihninizin çeşitli faaliyetler, yalanlar, bu olguyla yüzleşmek dışında her biçimde etkinlikle çevresine nasıl bir duvar ördüğünü.

Onun için bu akşam bu olguyla, konuşanın korkusu değil, sizin korkunuzla yüzleşeceğiz. Kişi korkuyu nasıl anlamalı? Korkunun anlaşılması ondan özgürleşmek demek, bunu ele alacağız. Bir yolculuğa çıkacağız, adına korku dediğimiz şeyle iletişim kuracağız birlikte. Çünkü kişinin korkunun anlaşılmasının taşıdığı önemi görmesi gerekiyor. Onu anlamak bir ihtiyaç, zorunluluk. Korkuyla yaşayan bir zihin ölü bir zihindir, kör bir zihindir. Açıkça, doğrudan bakamayan, göremeyen, işitemeyen bir zihindir. Onun için insanın diğerleriyle, toplumla, her şeyle ilişkisini anlamak ve korkudan kısmen değil, bir parça değil, çeşitli durumlarda da değil, tümden özgür olmak çok önemli. Ben bunun mümkün olduğunu söylüyorum, şimdi buna gireceğiz. Korkunun bir soyutlama olmadığını, kaçabileceğiniz bir şey olmadığını söylemiştik; korku orada. İster bir gün kaçın ister bir yıl, şu ya da bu kadar süre, nerede olursanız olun sizi yakalar ve peşinizden gelir. Gözlerinizi ondan çevirebilirsiniz ama oradadır.

Korku ancak başka bir şeyle ilişkili olarak varolabilir. İnsanların benim için ne düşüneceğinden korkarım, karımdan korkarım, patronumdan korkarım, işimi kaybetmekten korkarım, ölümden korkarım, acıdan korkarım. Sağlıklı değilimdir, sağlıklı olmak ister, yeniden hastalanmaktan korkarım. Korkarım, çünkü yalnızımdır. Korkarım, çünkü kimse sevmez beni, sıcak duygular beslemez bana. Korkarım, çünkü birisi olmam gerekiyordur. Korkunun bilinçli ya da bilinçsiz pek çok biçimi vardır. Eğer farkındaysanız, dar anlamda değil, kapsamlı bir biçimde farkındaysanız açıkta olan korkuları görebilirsiniz: İşini kaybetme korkusu, bu nedenle de bütün sıkıntısını, hakaretlerini, insanlık dışı davranışlarını sineye çekerek üstünüze yaltaklanmak. Kendini gerçekleştirememe korkusu. Birisi olamama korkusu. Hataya düşme korkusu. Böylece sayısız korkumuz vardır ve bilinçli olarak onları kolayca tanıyabiliriz. Eğer yarım saati bilinçle, dikkatle korkularınızın en azından dışsal olanlarını bulup çıkarmaya ayırırsanız onları kolaylıkla durdurabilirsiniz. Derinliklerinizde yer etmiş, çok daha önemli olan ve uyuduğunuzda rüyalarınız haline gelen, vb. bilinçdışı korkuları bulup çıkarmaksa çok daha güçtür. Bu konuya burada girmeyeceğim.

Hasılı insan korkularını anlamalıdır. Korku pek çok biçim alabilir: İnsanların benim için ne düşüneceğinden korkarım, hastalanmaktan korkarım, karımı kaybetmekten korkarım, birisi olamamaktan korkarım. Yalnız olmaktan korkarım –sözcüğün ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Hiç yalnız oldunuz, yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu hissettiniz mi? Herhalde hayır, çünkü etrafınızda aileniz var, durmadan işinizi düşünüyor, bir kitap okuyor, radyo dinliyor, gazetelerin sonu gelmez dedikodularına kulak veriyorsunuz. Onun için de bütünüyle soyutlanmış olmanın o tuhaf hissini muhtemelen hiç yaşamadınız. Arada bir şöyle bir dokunup geçmesini yaşamış olabilirsiniz belki ama herhalde onunla hiç, acı, açlık, seksle olduğu gibi doğrudan temasınız olmadı. Fakat korkunun nedeni olan o yalnızlığı anlamazsanız, korkuyu da anlamayacak ve ondan özgürleşemeyeceksiniz.

Korku kendini çeşitli biçimlerde dışa vurabilir ama tek bir korku vardır. Korku korkudur; kendini nasıl gösterdiği, varlığından hangi aracılar yoluyla haberdar olduğunuz değil. İnsanların hakkımda ne düşündüğünden, ölümden, işimi kaybetmekten, daha binlerce şeyden korkabilirim ama korku aynı korkudur. (…)

Korku hayvanın özüdür. Korkuyu anlamak için de insan ona doğrudan -yani sözler araya girmeksizin- temas etmek zorundadır. Lütfen korkunuzu elinize alın. Bir şeyden korkuyorsunuz. Karınızdan belki, kocanızdan, çocuklarınızdan. Alın korkunuzu elinize, bakın, açın, çıkarın ortaya. Bastırmayın, kabul etmeyin, inkar etmeyin, tutun, bakın. Ona bakmak tümüyle farkında bir zihin ister, belirsiz, bulanık bir zihin değil. Çünkü korkuya baktığınızda ya onunla dolaysız bir temasa geçersiniz ya da soluğu insanların yaptığı gibi tımarhanede alırsınız veya onunla ne yapacağınızı bilirsiniz. Doğrudan temasa geçmeniz için de şimdi onu doğrudan, soyut bir şekilde değil, sözel de olmadan ele alacağız. Pek çok nedeni olsa da korkunun her zaman korku olduğunu söylemiştik. Korku nesneleri ve bunların sizinle ilişkisi değişebilir ama kendini farklı biçimlerde dışa vursa da korku her zaman aynıdır.

Şimdi, çoğumuz korkuya doğrudan temas etmez. Korkunun kendini herhangi bir biçimde gösterdiği an ondan kaçarız. Ölüm korkusu vardır. Ölümden bugün söz etmeyeceğim, zamanımız olursa başka bir gün değinebiliriz. Ölümden korktuğunuzda bütün psikolojik savunma mekanizmanız bir anda harekete geçer; inançlar icat edersiniz, arkanızı dönüp uzaklaşırsınız, vizyonlar, rüyalar görürsünüz ama bu şeyden kaçınırsınız. Onun için, öncelikle farkına varılması gereken, hangi biçimde olursa olsun kaçışın korkuyu sürdürüp pekiştirmekle kalmadığı, çatışma da yarattığıdır. Bu da zihnin korkuyla doğrudan temasa geçmesine engel olur. Diyelim konuşmacı korkmakta; bir fikri, bir umudu var ve bu fikir, bu umut, bu kaçış, olgudan kaçmakta olduğundan korkunun kendisinden çok daha önemli bir hale gelir. Ve korku değil, ondan kaçış çatışma yaratır. Bir insan bir şeyle sözel olmadan, soyut bir biçimde de değil ve kaçmaksızın, doğrudan temasa geçtiğinde ortada çatışma yoktur; oradadır o insan. Ancak o insanın fikirleri, umutları, görüşleri, her tür savunması varsa çatışma olacaktır onun için. Çatışma da onun korkuyla doğrudan temasa geçmesine engel olur.

Çoğu insanın korkusu vardır ve bir kaçış ağı icat etmişlerdir. Tapınağa giderler, huzursuz, aptal bir zihnin sonu gelmez faaliyetine dalarlar. Pek çok korku, pek çok kaçış icat etmişlerdir, bunun için de çatışmaları artar. Dolayısıyla kişinin bunların farkında olması gerekir. Ama, “Nasıl kaçıyorum?” ya da “Kaçmanın önünü nasıl alacağım?” biçiminde değil. Çünkü korkudan kaçışın her biçiminin yalnızca daha da fazla çatışma yarattığını, bu nedenle de korkuyla doğrudan temas olamadığını ve ancak korkuya doğrudan temas ettiğinizde ondan özgür olduğunuzu entelektüel olarak değil, sözel olarak değil, birinden duyduğunuz bir şey olarak da değil; olgusal olarak, gerçekten, kendiniz için gördüğünüz, anladığınız an, işte o zaman artık kaçmaz olursunuz. O zaman tapınak da, kitap da, lider de, köşebaşındaki guru da, bütün bunlar kaybolur gider. İşte o zaman hırsınız, elde etme arzunuz yoktur.

Korkudan kaçış göz önünde olabilir; radyo, tapınak, faaliyetler aracılığıyla kaçarsınız. Soyutlamalar aracılığıyla da olabilir. Bu durumda dünya korkudan kaçmamıza yardım edebilir. Lütfen dinleyin, göreceksiniz. Korku bir soyutlama, bir sözcük değildir. Ama çoğumuz için sözcük, olgunun yerini almıştır. Anlıyor musunuz? Bir soyutlama olan “korku” sözcüğü, gerçek korku olan olgunun yerini almıştır. Onun için de karşınıza aldığınız olgu değil, soyut sözcük olur. Umarım açıkça ifade edebiliyorum. Onun için korkuyu anlamanız (“anlamanız” derken sözel, entelektüel olarak anlamayı değil, onunla yüzleşmeyi kastediyorum) ve ondan bütünüyle, tüm varlığınızla özgürleşmeniz gerekiyor. Bunu da ancak hiçbir kaçış olmadığında yapabilirsiniz; faaliyet ve uzaklaşmanın bir türü aracılığıyla ya da çoğu insan için gerçek olgunun yerini almış olan sözcük aracılığıyla kaçmadığınızda yapabilirsiniz bunu. Bunu anladığınızda, korkuyla dolaysız bir temasta olursunuz. Bu temasta zaman aralığı yoktur, korktuğunuzda, “Üstesinden geleceğim” ya da “Cesaretimi toplayacağım” demek yoktur –her ikisi de aynı ölçüde aptalcadır bunların. Şiddet dolu olup da şiddetsizliği dillerinden düşürmeyen insanlara benzerler. Gayet budalacadır, çünkü hiçbir geçerliği yoktur. Geçerliği olan şiddettir, bununla da baş edebilirsiniz. Konuşmak, şiddetsizlik üzerine dört bir yanda vaazlar vererek dolanmaksa hipnotik, gerçekdışı bir zihinden ibarettir. Onun için biz olguları ele alıyoruz ve eğer ortada bilinçli ya da bilinçsiz, kaçışın herhangi bir türü varsa “olan” ile baş edemeyiz.

Fiziksel korku vardır. Bir yılan, vahşi bir hayvan gördüğünüzde korkunun içgüdüselce doğduğunu bilirsiniz. Normal, sağlıklı, doğal bir korkudur bu. Korku değil, insanın kendini koruma arzusudur ve normaldir. Kişinin kendini psikolojik olarak korumak istemesi, yani her zaman emin olma arzusu korkuya yol açar. Her zaman emin olmak isteyen bir zihin ölü bir zihindir, çünkü yaşamda kesinlik, süreklilik, kalıcılık diye bir şey yoktur. Karınızla, ailenizle, vb. ilişkinizde kalıcılık, süreklilik oluşturmaya kalkışacak olursanız elinizde kalan kıskançlık ve adına aile denen korkunç şey olacaktır. Korkuyla doğrudan temasa geçtiğinizde sinirleriniz, vb.’nin buna bir karşılığı olur. O durumda, zihin sözcükler ya da herhangi bir faaliyet yoluyla artık kaçmaz olduğunda gözlemleyen ve korku olarak gözlemlenen arasındaki ayrım ortadan kalkar. Sadece kaçan bir zihin kendisini korkudan ayırır. Korkuyla doğrudan temas olduğundaysa ortada bir gözlemci, “Korkuyorum” diyen bir varlık yoktur. Onun için de hayatla, herhangi bir şeyle doğrudan temasta olduğunuzda ayrım yoktur. Rekabete, hırs ve korkuya yol açan da bu ayrımdır.

Dolayısıyla, önemli olan “Korkudan nasıl kurtulunacağı” değildir. Korkudan kurtulmak için bir yol, bir yöntem, bir sistem arıyorsanız daima korkunun tutsağı olacaksınız. Ama eğer korkuyu anlarsanız –bu da tıpkı açlıkla, işinizi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunuzda yaptığınız gibi onunla doğrudan temasa geçtiğinizde olabilir ancak- o zaman bir şey yaparsınız, ancak o zaman korkunun tümüyle son bulduğunu göreceksiniz. Demek istediğimiz, korkunun şu ya da bu biçiminin değil, her türlü korkunun son bulduğunu göreceksiniz. Korkudan özgürleşmekten, korkunun anlaşılması ve öğrenilmesinden zeka doğar. Zeka da özgürlüğün özüdür. Herhangi bir çatışma varsa zeka yoktur ortada. Korku olduğu sürece de çatışma kaçınılmaz olacaktır.”

Bilinmeyene Açık Olmak, Korku Sorunu, Güvenlik Diye Bir Şey Var mı? Jiddu Krishnamurti, Sistem Yayıncılık, çeviri bana ait

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder