22 Kasım 2018 Perşembe

SİZİN CEHENNEMİNİZ NELERDEN MÜTEŞEKKİL?

Yelken direği ne kadar yüksekse teknenin salması da o oranda uzamalıymış ki biri bir yana yattığında diğerinin karşı tarafa meyletmesi dengeyi korusun.

Ufkumun karardığı kolaylıkla açılışını buna benzetirim.

Gerçi sanki zamanla yelken direğim kısalırken salma uzuyor, bu da günlerin kısalması gibi oluyor. Karanlıkta daha çok vakit geçiyor.

Hemen dış koşullar sayılıp dökülebilir, hâl / karamsarlık geçerli, haklı, hatta gerekli, dolayısıyla saygın gösterilebilir. Ama algı, zihnin işleyişi, gerçeklik inşası gibi şeylerin gözlemine değer vermiş biri öyle yapmaz.

Çünkü karanlığın da aydınlığın da el örgüsü olduğunu görmüş, bilmiştir.

Gerçek dediğimiz, kültürel, ailevi, genetik, çevresel, küresel koşullanmaların kişisel bir kaptaki yorumu, sindiriminden ibaret. Algılayandan-kullanandan bağımsız, tek başına ayakta duran bir gerçek yok. Yoksa birilerinin cenneti başkalarının cehennemi olabilir miydi? Aynı kişiye birileri tapınırken, bir başkasına tapınanlar ondan nefret edebilir miydi?

Vesaire.

El örgüsü olması gerçekliğin ağırlığını, yücelticiliğini, iç kapayıp açıcılığını, sürükleyiciliğini zerrece etkilemiyor elbette. (Ne de bunlar temelindeki davranışların gerçek sonuçlarını, yaptırım gücünü, bağlayıcılığını.) Bir his, izlenim, kanıdan ibaret olduğunu bal gibi bildiğin şeyin etki alanına girdin mi giriyorsun. (Beyin açısından, duyularla algılanan ile tahayyül edilenin tetiklediği fizyolojik tepkiler arasında bir fark yokmuş.)

Girdaba kapıldım mı bastığım zemin ayağımın altından kayıyor. İçim kıyılıyor. Teknemi, gövdemi fırtına bulutuna dalmış pırpır uçak kadar kuvvetsiz, biçare hissediyorum. Dipsiz bir karanlığa yuvarlanıyorum. Dipsiz ve dişsiz –tutunacak, güç alıp bulunduğun yerden daha yukarı tırmanacak yanı olmayan bir boşluk. Zamanı benden önce yutmuş; öncesiz ve sonrasız ve bu haliyle sonsuz gelen.

Bu haliyle sonsuz gelen ise, birkaç saat, gün, hafta içinde değişiyor, dağılıp sahneyi bambaşka şeylere bırakıyor.

Cehennem kapısındaki tokmağı bir dahaki vuruşa kadar.

En güçlü tetikleyici, kısa kalmak, varsayılan bir ölçüte göre yetersiz olduğum kaygısı. Kendime ölçüsüzce yüklenmek de işleri hiç kolaylaştırmıyor. “Adım Hıdır..” deyip sakince orada bırakamamak.


Sabah yürüyüşünden: Kaldırım kenarında bol yağlı bir sinek

*
Kardeşim bunu bir sinyal yükseltici oluşuma bağlamış –hiç öyle bakmamıştım. Madalyonun aydınlık yüzünde, ufak bir uyaranı güçlendirerek yakıt eden, sinekten yağ çıkaran yanım var. Gerçekten de algı alanıma şöyle bir değip geçen şeyi nabzımı hızlandıran bir uyarana çevirebiliyorum. Bende nefes almak kadar doğal olan bu şeyin öbür yüzü pireyi deve etmek.

*

Ya sizin cehennemleriniz nelerden müteşekkil?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder