24 Ocak 2018 Çarşamba

İKİGAİ

Ken Mogi’nin The little book of ikigai kitabını çeviriyorum. Kavramla da ilk kez böyle karşılaştım.

İkigai sabahları yataktan şevkle kalkmanızı sağlayan itici güç olarak özetlenebiliyor anladığım kadarıyla.

Ben e peki sonra? derken Ken Mogi Japon ruhunun inceliklerine dalmaya başladı. Sadeliği ve bu sadeliğin telkin ettiği dinginlikle hoşuma gitmesi dışında çekim duymamış olduğum Japon kültürü önüme serildikçe huysuzlandım. Ne bu şimdi, ikigai nedir, nasıl soyulur da yenir, onu mu öğreneceğiz yoksa Japon turizm bakanlığı destekli bir propaganda kitabı mı?!

Üstelik.. Ayrıntılara dikkat, elindekine, çevreye özen gibi daha başından öne çıkan konular, Japon değil Türk oluşumla nasibimi dışım ve içimde de bol kepçeden aldığım savrukluk, hoyratlık, özensizlikle sinir bozucu bir kontrast oluşturuyordu ki huysuzluğun altında herhalde asıl bu vardı.

Kitabın ikigai’yi haplaştırılmış bir basitleştirmeyle öğreteceğinden umudumu kestiğimde teslim olup kendimi anlattıklarına verdim.

Beyaz eldivenleri, beyaz maskeleri, beyaz güneş şemsiyeleri, hiç durmadan işleyen kameralarıyla turist kafilelerine bıyık altından güldüğüm bu insanlara önümde sayfadan sayfaya ağzımı açık bırakan, durup düşündüren, dönüp bir daha düşündüren bir perspektif açıldıkça ilgisizliğim, klişelerle tiye alışım dağıldı gitti, yerini merak ve saygı almaya başladı.

Geçicilik.. Kültürlere geçicilikle baş etme açısından bakılabilir mi?


(Tokyo sokaklarında bir kardan adam. Hava ısındığında eriyip gidecek bir malzemeyle anlık bir eğlence düşüncesinin ötesinde bir özenle edilmiş.)

İşte bizimki ve Japon kültürü. İkisinin de iliklerine işlemiş, oradan çalışan, tavırları belirleyen geçicilik algısı.

Ve zıt yönlerde ortaya çıkardıkları.

Kaldırımların oynak zemininde yeni açılmış, su ve çamurla dolmuş veya henüz yaş çimentoyla alelusul kapatılmış çukurlar arasında sekerek başkentin yerleşik, seçkin bir semtinin sokağında varacağım yere sağ salim ulaşabilmek için pür dikkat yürürken bir yandan düşünüyordum.

Çay törenlerindeki sonsuz dikkatten, özenden söz ederken Ken Mogi baklayı ağzından çıkarmıştı. Her karşılaşma tek seferliktir, gelir ve geçer, işte bunun için üzerine titrenmesi gerekir.

Hah diye geçti içimden, onu biz de biliyoruz! Ama geçicilik bu yanda saygı yerine çakallığın, özen yerine yalap şaplığın, güvenilirlik yerine geçiştirmenin zemini oluyor.

Dikkate gelince, onu kullanışımız da bambaşka; günü kazasız belasız atlatabilmede elzem bir baston gibi sivriltmemiz gerekiyor ki her an her yönden her kılık altında gelebilecek tehlikeye karşı uyanık kalabilelim.

Çevre, kendimizi parçası addederek bireyliği geri planda tuttuğumuz, saygıyla yaşadığımız, yaşattığımız yaşam ortamı değil, karşısında sürekli tetikte olduğumuz, daha iyi bir ihtimalle kıl koparılacak domuz, yolunacak kaz gördüğümüz, kullanılmamak için kullanmaya baktığımız bir güreş minderi.

Sürdürülebilirlik mi? Günü kurtarmaktan oraya kaç fersah vardır?

Kitabın yarısına geldiğimde kıyaslamaları geçmiş, bu tam karşıtımız yaşam biçimini içimde yankılanmaya, sürtüşmelerden kalan ezik çürük yara bereye merhem olmaya bırakmıştım.


Esinlendikçe esinlenirken nefesim de derinleşerek devam ediyorum.

3 yorum:

  1. Merhabalar 🤗💙 #ikigai hakkındaki bilgilendirici ve faydalı yazınız için teşekkür ederim. 🙏 İzniniz olursa ben de #ikigai konulu yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum. 💐 Yazılarınızın devamının gelmesi dileklerimle 💚 https://www.tarz2.com/senin-ikigain-nedir

    Sevgiler 😍

    YanıtlaSil
  2. Yeni gördüm. Yazınızı elbette okumak isterim. Teşekkürlerimle

    YanıtlaSil
  3. Japon kültürü ve İkigai kitap yorumumu geçen ay paylaşmıştım. İlginizi çekebilir. İkigai bilincinde olan kişilerin çoğalması sevindirici.

    https://forestofnoreturn.blogspot.com/search/label/ikigai

    YanıtlaSil