7 Ocak 2018 Pazar

HAYMATLOS

Yürüyeyim dedim. Uzak sayılmaz, hem kulağımı da hazırlamış olurum.

Neye? Pek bilmiyorum, kimsenin de önceden bilemeyeceği, en fazla hayal meyal kestirebileceği gemsiz ses-müzik akşamlarından biri.

Kalıplara sığmaz Şevket Akıncı’nın yer aldığı bir (en yakını bu dediğimde kelime oyunu ustası kardeşimin umarım inleti olmaz dediği) dinleti, som dikkati her daim hak eder.

Başka bir etkinliklerinin duyurusundan: “Gürültü ve Duman! Take the AID Train Şevket Akıncı ve A.I.D (Art Is Dead)'in ortak etkinliğidir. Bir Özgür Müzik gecesi. Çeşitli düetlerle ve bize sonradan katılmak isteyenlerle beraber çalacağımız bir özgür doğaçlama/ özgür caz/ Noise/ Deep listening, ambient Elektronik, Elektronik Ambient/ Fluxus/ Dada/ Ma/ Transeksüel Swing/ Çeşitli tempolarda susma müziği, What you name it gecesidir.” 

Bana uyar!



Cinnah’tan aşağı saldım kendimi. Arada keskinleşiveren egzoz kokularıyla kirli havayı içime çekerek trafiğe kulak kabarttım –egzersize baskın seslerle başlamak. Yeni motorların nispeten gürültüsüzlüğüyle öne çıkan lastik sesleri oluyor. Zeminin durumuna göre kuru havada yeknesak bir hışırtı, yağışta ise çok yüksek bir fışırtı.

Kuğulu Park’ın oralarda ortalık hâlâ ölgündü. Bir Cumartesi akşamı, 7’ye doğru başkent. Yolların genişliğini bir yana bıraksan, terk edilmek üzere bir maden kasabasında olduğunu sanabilirsin. Renksiz, cansız.

Konur Sokak’tan saptım, sokağı canlandıran Haymatlos hemen oracıktaydı. Oralardaki, gitmediğimiz, görmediğimiz, bizimkilerden ayrılan dünyaların mekanlarından. Genç, şehirli.

Dışarıdaki uzun tahta masalar dopdolu, sohbet, muhabbet demini almış, ölgünlüğü süpürüp atan ses, sesler. İçeri girip dar uzun mekanın dibinde, sahneyi ayırdığını sandığım kara perdenin önündeki ufak tahta kahve masa, sandalyesini seçtim. Perde açıldığında sahneyle aramda hemen dolacak bir boşluk olduğunu gördüm ama o tarafta böyle kurulabileceğim bir masa-iskemle yoktu.



Hamburger, bira söyleyip duvara yaslandım, sol gözüm perde aralığından sahnedeki hazırlıklarda, sağ gözüm diğer uçtaki barda, mekana yerleştim.

İddiasızlığıyla özelleşen, insanların severlerse zihinsel minderlerini, aksesuarlarını yansıtarak donatıp kendilerine ait kılabileceği bir yer burası. Haymatloslara haymat.

Arkamdaki masaya tiz sesli bir kızla sesi işitilmeyen bir erkek geldi. Kız, işitilmeyenin sessiz konuşmasını beş saniyede bir aynen diyerek ritmik bir salvoya tuttu. Çok sürmedi, sazı eline aldı ve bir saat kadar sonra lavaboya gidene dek de susmadı. Karanlıkta hamburger yerine dilimi ısırdığım an yükselen kızgınlığımı dönüp “Neden daha gürültüsüz bir yere gitmiyorsun!” diyerek ondan çıkarmak istediysem de dilimi bir daha ısırıp sustum. Şimdi sesi iyice yükselmiş, elektroniği de yanlarına alarak mekanı dolduran davul ile gitarın üzerine çıkmaya bakıyordu.

Gerilen sırt kaslarımı birden gevşettim. “Bırak, inleti, böyle bir akşamda dinletinin parçası olsun. Kazara gelene, rastlantısal olana zaten kapıları açık, sen de öyle et.” Ondan sonra da kızı bir süre böyle duydum, derken artık işitmedim.

Performanslarının sonunda Emre Aydın ile Ali Yavuz olarak tanıtılan davul ile gitar ve elektronik şeyler insanlarına (hangisi hangisiydi, bilmiyorum) kulağımı verdim.

İyiydiler. Yola birlikte çıkmış, adımları birbirine uyarken her biri kendi kafasının içinde akanlara yoğunlaşmış gibiydiler. Uzayı sesleriyle kapladılar, üst üste, hiç boşluk bırakmadan, sessizliklerin yerini sesin alçalıp yükselişi, kalınlaşıp sislenmesinin aldığı yoğun bir döşemeydi, berrak, ateşli. Sevdim.

Sıra Can Mekikoğlu olarak tanıtılan diğer bir gitaristle birlikte Şevket’teydi. Sesleri hissetmeden, üzerlerinde düşünmeden, felsefi bir deney malzemesi, başka türlü oluşlara gidiş yolu ve aracı etmeden hıçkırır mı bile acaba diye düşündüğüm biri. Yine öyleydi. Hayır hayır, böyle yapma diye kendimi durdurana kadar Bill Frisell’i andığım, sonra hiçbir şeyi hiçbir başkasına benzetmeden dinlediğim sekansları boyunca kulağımı özgür bırakarak arayışlarında, buluşlarında, havada asılı kalışlarında onları izledim.



Masa komşum kız lavabodan döndüğünde setleri sona erdi. Gidelim dedi bir yanım. Yorulduğu ya da sıkıldığı için değil, bu akşamlık alacağını almış, şamandıra yükselip akışı kesmişti. Uyaranı az, öz, odaklanmışlığı yüksek tutmak iç beslenmenin bende en işe yarar biçimi. Merhabalaştığım Şevket ile içimden selamlaşıp teşekkür ederek, gölge gibi süzülüp çıktım.




Kulaklarımdan sesler süzülürken bir taksiye bindim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder