17 Eylül 2017 Pazar

POLİTİKAYA DAİR APOLİTİK DÜŞÜNCELER

Komşuda pişer, bize de düşer..

Hillary Clinton’ın seçim hezimetini anlattığı kitabı What Happened çıktı. (Ne oldu olarak olduğu gibi, olan şuydu olarak da anlaşılabiliyor. Soru kadar cevap da olarak.) Sert bir kutuplaşmayı tetikleyen şahsiyet yeniden sahnede. İnsanlar sanal alemin derinleştirdiği pervasız bir saldırganlıkla bu kez de kitap üzerinden birbirlerine giriyor.

Biraz daha yakından bakınca birbirine girenin düşünceler değil, bunları alabildiğine şahsi kılarak savunmalarını neredeyse meşru müdafaa düzeyine tırmandıran sorgusuz sualsiz inançlar, temel varsayımlar, ülke, vatanseverlik anlatıları olduğunu görüyorum. (Alın işte, bir kez daha aktarım/transferans konusu.)

Düşünce bile denemeyecek derme çatma kılıçların arkasında kanlı canlı, varoluşsal (kılınan) bir çekişme var.

(Birden beliren bir imge: Daha bebekliğinden, babasının tuttuğu takımın renklerine koşullandırılmış fanatik futbol taraftarı.)

Taraftarı, hastası, nefret edeni, karşıtı, ibretle okuduğum onca görüş, savunma-saldırının (bunlar çoğu vakit iç içe) kayda değer bir ortak noktası, özne ve nesnesiyle kişisel olmaları.

Taraftarları/hastaları sanki mesele onları temsilen seçtikleri bir aday üzerinden siyaset değil de o adayın kendisiymiş gibi öne atılıp siper oluyorlar. (Adaylarının seçtirilmesi politik bir aşamadan ziyade halkayı çubuğa takmaktan ibaret bir panayır oyunuymuş gibi ve demokrasileri de adayları seçildikten sonra bunun tatminiyle evlerine dönecekleri, bildik Amerikan şaşalı milyar dolarlık bir etkinlik olarak.)

Aynı kişinin taban tabana zıt yorumları ise görülenin bakılan değil, bakan olduğunu ortaya koymuyor mu?

Hezimete iki taraftan getirilen açıklamalar “onlar yüzünden-bize rağmen” ile “beter olun, zaten siz de”yi, kişisel alanı nadiren aşıp sosyal, ekonomik, politik, küresel dinamiklere uzanıyor, olgusal bir tartışma haline geliyor. (Sıradan Amerikalıların sözüm ona okumuş yazmışlarının bile siyaseti çeviri gerektirmeyen düz bir dil olarak alma naiflikleri, öküz altında buzağı arayarak hayatta kalmış bizlerin dünyasında ağzı ne kadar süt kokulu kalıyor.) Açık, geçirgen bir tartışma zemini haline gelebildiğineyse henüz tanık olmadım.

*
Bu uzak komşudaki bütün bu kavga gürültü, toz duman bana bir kez daha çekişme konusunun çemberinden çıkıp kavganın kendisine bakmayı fısıldıyor.

O vakit gördüğüm, hücrelere dek işleyerek ete kemiğe büründürülmüş, et kemik gibi de cansiperane savunulan, sorgulanmasına –haliyle- tahammül edilemeyen, aynı şiddet ve nitelikte zıt koşullanmalardan ibaret.

Ağır bir körleşmenin sağırlığı, sağırlığın da avaz avaz sesiyle taraflar tanrı/akılcılık/hak/doğruluk iddialarını kuşanarak birbirine giriyor.

*
Samsara’yı düzeltemezsin, demiş Buda.

Bu kör dövüşün daha iyi argümanlarla çıkacağı bir yer var mı diye kendime soruyorum.

Ve bunca ağır, dogmatik uykuların ortasında, politik uyanışlardan bile daha öncelikli olanın zihinsel uyanış olduğunu bir kez de böyle hatırlıyorum. (Kukla oyununu bırak, perdenin arkasındaki kuklacıya bak.)

Sıkı sıkı tutuna geldiğim inançlar, varsayımlar, koşullanmalar suya basılan çamaşırın kiri gibi pençe pençe çözülüp kumaşımdan ayrıldıkça aynını canı gönülden cümle aleme diliyorum.


Nesnemiz, idolümüz, şeytanımız her kim ve ne ise etkisinden özgürleşmek nasip olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder