5 Eylül 2017 Salı

KURBAN İLE BAYRAM

E, sen de et yemiyor musun, dedi kurbana ilişkin karışık duygularım üzerine bir arkadaşım.

Yiyorum. Kuzu pirzolası, kebap, köfte, sık olmasa da afiyetle. Ama burada sıradan riyanın ötesinde bir şey var sanki.

Kurban dendi mi hep canlanan bir anekdot: Birkaç yüz kilometrelik yoldan getirdiği kuzuyu arabasının bagajından çıkarıp alnından öperek ağaca bağlayan, birkaç gün sonra kendi eliyle kesene kadar da seve okşaya besleyen genel cerrahınki.

Kutsal ile kan dökmenin ilintilendirilmesi.

Kan dökmenin mübah, makbul sayılması, cevaz verilmesi.

Benimsenmiş bir inancın gereğini eğitim vb’ne bakmadan sorgusuz sualsiz yerine getirmek.

Sevgi ve can almanın iç içe geçmesinin normalleştirilmesi.

İnancın (ülken, davan, onurun, derken açılan kapıdan bunları izleyen gururun, egon, keyfin) adına öldürebilirsin -bugün bir hayvan, yarın zayıfından başlayarak insan, insanlar.

Öte yanda, ben keyifle kebap yiyeyim diye sistematik bir vahşetle yapılan (iklim değişikliğinde de hatırı sayılır katkısı bulunan yani neresinden baksan bindiğin dalı kesmek olan) sanayileşmiş hayvancılık. Orada hayvanların (kendimizi hiç kuşkusuz üstün, onları da bizim için yaratılmış addettiğimiz diğer canlıların) maruz kaldığı işkence, bu taraftaki, ne kadar kayıtsızlık, aymazlık, bilgisizlik ve kolektif olduğu için hastalık sayılmayan şen bir halle kanlı bir komediye dönüşebilse de sonunda güle oynaya kesilen kurbanlıklarınkinden daha uzun. Kesilmeden önce alnından öpülen kurbanlıkların bir tuhaf ilişkilendirmeyle gördükleri son bir şefkat de cabası.

Sonra, kanlı-kansız, ritüellerin topluluğun harcı oluşu da var.

Yine de kurban..


Senin kanın aksın, ben sevaba gireyim, bayram edeyim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder