29 Ocak 2016 Cuma

ISRARLI BİR İMGE

Bir şeyi nasıl kavradığım ya da kavramam gerektiği bazen kendini bir imge ile ortaya koyuyor. Tastamam ve yalın. Tamam, anladım, oturdu diyene kadar da peşimi bırakmıyor.

Değişimi, güçlenen dürtüsünü, bunu nasıl paylaşacağımı düşünürken de öyle oldu.

Kök salmaya başladığı bir topak toprağı ile havada bir fidan ve zeminde, toprakta açılmış yeri. Yeterince derin bir çukur.

Başlayan bir değişimin yolunu nasıl açar, sonuna kadar götürürsün? Gelir geçer bir fikir olmaktan öteye nasıl taşırsın? Alışkanlıkların, koşullanmaların geri çekiciliğine karşı nasıl güçlendirir, ivme kazandırırsın? Çaba ve süreci kendi işleyişine bırakmayı nasıl dengelersin? Nereye kadar bastırır, sonra akışa bırakırsın? Dürtüyü yalnız zihninle değil, tüm varlığınla, tutkuyla, esinle, inançla nasıl besler, sürekli kılarsın?

Sırf kafada kalacak bir “değişmeli” fikri, dikilmek için eline aldığın fidanı öylece, belki bir iki bastırarak toprağın yüzeyine koyup tutmasını beklemek gibi. Gereğine kani olmak, telkinler, soluğu bir yerde kesilmeye mahkum olan irade zoru sürdürülebilir bir süreci başlatmaya yetmiyor.

Değişim dürtüsünün zihinden bedene, içgüdülere, sezgilere katman katman tüm varlığını kat etmesi gerekiyor. İmgenin gözüme soktuğu bu. Fidana toprakta derinleştirerek bir yer açmak, güzelce gömüp tümseğini, etrafında can suyunu vereceğin hendeği hazırlamak. Sonra da düzenli olarak sulamak, gübresini vermek parazitleri uzak tutmaya bakmak. Gerisini de ilişkini bu şekilde organik kıldığın, yani tüm varlığını açtığın sürece bırakmak.

Fidana toprakta bir çukur açmak, zihnin hayhuyundan, nereden eseceği, neler getirip götüreceği belirsiz kaprislerinden, ayran gönüllülüğünden, dikkati otuz yere bölüp berhava edişinden düzenli olarak geri çekilmek benim için.

Sessizleşmek, sakinleşmek. Ağzını kapayıp kulaklarını, gözlerini dört açmak. Sesi ancak o zaman işitilir olan çok daha etraflı bir kavrayışa meydanı bırakmak. Hayata, mevcuda onun gözünden bakmak.

Çabayı, zorlamayı sadece buna gündelik olarak zaman açmada kullanmak. (O da bir yere kadar; bir süre sonra duş yapmak, dişlerini fırçalamak kadar pazarlıksız, giderek de istekle giriştiğin bir “iş” haline geliyor.)

Neden uğraşayım sorusunun cevabını da (çünkü böyle olmuyor, hayatla birlikte akamıyorum, kendimi kopuk, verimsiz, doyumsuz, yaşayışımı eksik, yanlış, haksız hissediyorum, yaşama, başkalarına, olaylara ilişkin yorumum beni hiçbir yere götürmüyor, bıktırıcı bir tekrarın çarkında tükenip ufalanıp gidiyorum, içim hınç, içerleme dolu, tadım, ışığım, sevincim yok vs vs vs) yakıcı bir ivedilik halinde bir kürek olarak kullanıyorum.


Gerisini sürece, kendi zamanına bırakmak, umduğunla değil, bulduğunla doymayı öğrenmek. Bu ikisi çok farklılaşabiliyor haliyle. Taptaze olmaya bırakabildiğin hiçbir yaşantı ona ilişkin öngörülerin, beklentilerin, korkularınla uyuşmuyor. Sana beklediğin yerine hiç bilmediğin, tanımadığın, dolayısıyla umamadığın şeyler sunmasına bir kez alıştın mı sofraya başka türlü oturmaz oluyorsun. Yeni, eskinin, bilebildiğinin, öyle olduğunu sandığının tekrarı olabilir mi? Adı üstünde! Ve zihninin kokuşmuş tefrikleri aradan çıktığında her an yeni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder