23 Ocak 2016 Cumartesi

64 BASAMAK

Eve 64 basamakla çıkılıyor. (Asansör yok, hayır.)

Elim kolum, aklım dolu, boş, yorgun, dinç, sevinçli, kederli, kızgın, sabırsız, kanatlanmış, ayak sürüyerek, düz.. dokuz yaşımdan beri binlerce kez her durumda inip çıktığım 64 basamak.

Hedefle arama girdiğini hissettiğim, bir an önce bitmesi için sevimsiz bir yemeği çiğnemeden yutar gibi çıkıp indiğim basamaklar. Yüzüne bile bakılmayan, varlık nedeni işini görmesinden ibaretmiş gibi davranılan isimsiz, önemsiz görevliler karşısındaki tavırla kullandığım basamaklar.

Geçende ilkine adım atarken perde birden değişti. Durdum. Bu herhangi (çoğunlukla sevimsiz) bir sıfatla donatılmış, tez elden aradan çıkarılmaya bakılan bir fasıl değil. Senin hayatın. Şu anı. Öyleyse hakkını ver. Görevlinin yüzüne bak, gör. Baştan savma. İlişkilen. Ve ağır ağır, lokması dünya para bir havyar tadar gibi çıkmaya koyuldum.

Hareket halindeki bedenimi hissettim –hayatı aklının kalabalığıyla bir tutup yüzüne bakmadığın diğer bir varlık. Kasların, eklemlerin tıkır tıkır işleyişini, aralarındaki akıcı işbirliğini, nefesin değişimini, enerjinin dalgalanışını. Kapılardan sızan insan, alet seslerine kulak açtım. Kattan kata ağırlaşa hafifleye değişen kokuları kokladım. Soğuğun giriş katında kaldığını, çıktıkça kaslarım kadar havanın da ısınışını bildim. 64 basamağı hayatla arama giren bir engel değil, kendisi olarak, hayatım olarak yaşadım.

*
Çünkü öyle. Zihin şişmiş dişeti gibi bütün algıyı işgal etmediğinde, yanında devede kulak kalırken şişirile şişirile devenin kendisi sanılmaktan çıktığında, haddi hatırlatılıp uçsuz bucaksız bir mevcudiyetin sayısız akışından biri haline geri döndüğünde, “hayatım” dediğin şey onun tanımlarından, isteyip istemediklerinden, asılıp kaçındıklarından, korkup arzuladıklarından özgürleşmiyor mu?

Ama ömür boyu oturmuş bir basışı değiştirmek gibi bu. Ağırlığımı bir tarafa vermeyeyim, dengeli basayım da iskeletim doğru hizalanışa gelsin, kemiklerim deforme olup eklemlerim eşitsiz çalışmasın, iyi olur demekle olacak şey değil. Alışkanlığın akıntısının dışına çıkmak çaba, süreklilik istiyor. En zoru da kolayın, alışıla geldiği gibi devam etmenin çekimine karşı çıkmak. Ufacık bir alışkanlığı bile değiştirmek belli bir zaman ve çaba yatırımı demek, nerde kalmış hiç sorgulanmadan biat edilen zihin zorbasına çekilip şöyle bir kenardan bakmak, bunu (zorbanın tahtından olacağı korkusuyla yoluna çıkardığı –kuşkular, olmaz!lar, küçümseme, yok bilme- olmadık engele rağmen) sürekli kılmak, sonunda maskesini indirip yaşamın hiç de onun “Böyledir!” buyurduğundan ibaret olmadığını görmeye başlamak.

Olsun varsın, değiyor!

*

64. basamağa geldiğimde, farkına ancak sabırsızlığıma konu olmasıyla vardığım bir faslın, zihnin tercümanlığı, sonsuz kaprisleri aradan çıkarak ferah feza yaşandığında nasıl canlandırıcı, tazeleyici olduğunu bir kez daha keşfetmenin keyfiyle anahtarıma davrandım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder