10 Temmuz 2014 Perşembe

GÖRDÜĞÜMÜ GÖRÜYOR MUSUNUZ?


Öylece bırakıldıkları yerden toplanmayı beklerlerken önlerinden gelip geçtikçe gülümsüyordum.

Ne saçma! dedim. Duvar yerine banka dizilmiş ve bacaksız üç Humpty Dumpty.

Ama bir yandan da, bazen fotografı nedenini bilmeden çektiren o çekimi hissediyordum. “Sen hele çek, sonra anlarsın.”

Ekranda baktım, bir daha baktım.

Ve paldır küldür tavşan deliğinden yuvarlandım.

Bidonlar önce insanlaştı. Sonra kişileşmeye başladı.

Biçimleri cinsiyetlerini belirledi.

Bir erkek, iki kadın.

Etiketli oluş-olmayışları birbirlerine göre duruşlarına, bakış yönlerine, mesafeleri ise birbirleriyle ilintilenme biçimlerine işaret eder oldu.

Hikaye oluşmaya, olgunlaşmaya koyuldu.

Erkek sol kolunu kadının omzuna atmış. (Yığınla soru sorulabilir, bu basit hareket şekilden şekle girerken tahayyül edilebilir.) Gözleriyse ileriye çevrili. Hafifçe öte yana. Bakıyor (neye, kime?).

Kadınınsa soru, merak dolu olabilecek bakışı beraberlerindeki ikinci kadına yönelmiş. (Kadının arkadaşı ya da ikisinden birinin kız kardeşi olabilir.) Dar çerçevelerinde yer alacak kadar yakın, yine de üçüncü kişi. Çeperde. (Ya da belki geldiklerinde orada buldukları bir yabancıdır.)

İlişkileri kafamda gruplanır çözülür, tekil ile çoğul arasında gidip gelirken ağırlık noktası kesintisiz bir hareketle ilk kişiden üçüncüye kaydı.

Artık önümde yüklü bir psikolojik an vardı. Bununla oynamaya koyuldum.

Vasat bir yerli filmde harcanıp geçilen kısa bir park sahnesi oldu. Es’leri ustaca uzatıp temaya sınırsız bir açılım yaratan Antonioni, Bergman gibilerin eline geçtiğini hayal ettim.

Frontal bir fotograf olarak bu topyekun duygunun müzikte, çeşitli enstrümanlarla nasıl verilebileceğini.

Üzerine yazılmış, yazılabilecek hikaye, romanları.


Gözümü nihayet ekrandan aldığımda kalbim daha hızlı çarpıyordu.

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder