19 Nisan 2010 Pazartesi

HANGİ VOLKAN?



Heidi gibi topuklarımı birbirine vurarak yarımadanın ucuna yürüdüm. Diz boyu otların arasında patikada kalmaya bakarak tepeye çıktım. Gelincik mevsimi. Göze evet, hem nasıl ama kameraya gelmeyen incecik kızıllıklarını bulanık renk vurguları olarak fotograflara serpiştirdim. Kulağımda arıların, iri böceklerin zigzaglar çizen vızıltısı, çekirdek çıtlar gibi öten kuşlar. Sağda solda, her yerde arkadan aldıkları ışıkla kıvılcımlaşan yabani arpa, yulaf. Laciverdine nefti katılmış gibi bir garip derinleşen deniz. Kıştan çıkma ilikleri usul usul çözen tatlı bir sıcak, mis gibi havada yürüdüm de yürüdüm.

Haberi telefonda Meral verdi. “Bulutlar Salı günü geliyormuş.”

“Ne bulutları?”

“Volkan patladı ya!”

“Ne volkanı?”

İnternet yok. Borcunu ödememişler, kesilmiş. On kilometre yarıçaplık alandaki tek bakkalda spor magazin ve bir iki süprüntü dışında bir şey bulunmaması, gazete okumazlığıma kabul edilir bir kılıf sunuyor. Televizyona zaten baktığım yok.

Volkan Silifke’de de patlayabilirmiş. Tapınak uykuma rastlasa onu da duymazmış ruhum.

Peki ne kaçırdım? Dünyayla birlikte endişelenme ortaklığını. Sofraya diğerleriyle beraber oturmayı.

Yanıma kalansa kutsanmış bihaberlik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder